Altın Saçlı Şeytan


Les trois cheveux d'or du diable


Vaktiyle fakir bir kadın bir oğlan doğurdu; çocuk şansıyla doğdu. Bu yüzden on dört yaşına bastığında bir kral kızıyla evleneceği kehanetinde bulunuldu. Derken o yörenin kralı bu çocuğun doğduğu köye geldi; ama kimse onu tanımadı. Kral ne var ne yok şeklinde bir soru yönelttiğinde ona şöyle söylediler: "Geçenlerde şanslı bir çocuk dünyaya geldi, böylesinin ömrü boyunca sırtı yere gelmez. Onun da kaderi belli oldu. On dört yaşına gelince kralın kızıyla evlenecek."
Kral kötü kalpli biriydi; bu kehanete çok içerledi oğlanın ailesini ziyaret ederek onlara dostça davrandı ve:
"Siz fakirsiniz, çocuğu bana bırakın, ben bakayım" dedi.
Ana baba biraz tereddüt etti, ama yabancı adam onlara bol bol altın para verince, 'Bu çok şanslı bir çocuk, herhalde her tuttuğu altın olacak' diye düşündüler ve oğlanı ona verdiler.
Kral onu bir kutuya koyarak yola çıktı, derin bir göl görünceye kadar at sürdü, sonra kutuyu derin suya fırlattı ve "Böylelikle beklenmedik şekilde kızıma talip olandan kurtuldum!" diye düşündü.
Ama kutu batmadı, ufacık bir kayık gibi suda yüzdü, içersine bir damla bile su girmedi. Kralın başkentinden iki mil ötedeki bir değirmenin su bendine takılı kaldı. Kutu tesadüfen orada bulunan bir değirmenci çırağının gözüne ilişti; hazine bulduğunu sanarak bir kancayla kutuyu sudan çıkardı; kapağını açtığında içinde güzel ve uyanık bir bebek gördü. Onu hemen değirmencinin ailesine götürdü, çünkü onların çocukları yoktu. Bebeği görünce karı koca, "Bunu bize Tanrı gönderdi!" dediler ve onun bakımını üstlendiler.
Çocuk gelişti ve erdemli bir delikanlı oluverdi.
Bir gün fırtınalı bir havada kralın yolu bu değirmene düştü. Ailenin büyük oğlunu görünce "Sizin oğlunuz mu?" diye sordu.
"Hayır" dediler: "Onu bulduk; on dört yıl önce bir kutu içinde, değirmenin bendine kadar gelmişti, bizim çırak da onu sudan çıkardı."
O zaman kral bunun suya attığı o talihli çocuk olduğunu anlayıverdi ve şöyle dedi:
"Sizin oğlanla kraliçeye bir mektup gönderebilir miyim; karşılığında ona iki altın veririm."
"Kral hazretleri nasıl buyurursa" diyen ana baba oğullarını hazırladılar.
Kral kraliçeye şöyle bir mektup yazdı: "Bu mektubu getiren oğlanı hemen öldürüp gömün. Ben gelinceye kadar bu işler bitmiş olsun!"
Oğlan mektubu alarak yola çıktı, ama gideceği yeri şaşırarak akşama doğru bir ormana daldı. Karanlıkta küçük bir ışık gördü, o tarafa gidince karşısına ufak bir ev çıktı. İçeri girdiğinde ateş başında tek başına yaşlı bir kadın oturuyordu. Oğlanı görünce çok ürktü ve:
"Nerden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" diye sordu.
"Değirmenden geliyorum" diye cevap verdi çocuk. "Kraliçeye bir mektup götürüyorum. Ormanda yolumu şaşırdığım için burada gecelemek istemiştim."
"Vah zavallı oğlan" diye konuştu kadın. "Sen haydutlar yatağına düştün, çıkıp gelirlerse seni öldürürler."
"Kim gelirse gelsin, ben kimseden korkmam, ama o kadar yorgunum ki, daha fazla yürüyemem" diyen delikanlı bir sıranın üzerine uzanarak uyudu.
Az sonra haydutlar çıkageldi; genç oğlanın kimin nesi olduğunu sordular.
"Şey" dedi yaşlı kadın, "Zararsız biri; ormanda yolunu kaybetmiş. Ben de acıdım, içeri aldım; kraliçeye bir mektup götürüyormuş."
Haydutlar mektubu açıp okudular. Oğlanın gelir gelmez öldürüleceği yazılıydı. Acımasız da olsalar haydutların yüreği cız etti; reisleri mektubu yırtarak bir yenisini yazdı. Buna göre oğlan mektubu verir vermez kralın kızıyla evlenecekti! Onu ertesi güne kadar öyle uyur bıraktılar; uyanınca da kendisine mektubu vererek yola çıkarttılar.
Kraliçe mektubu alıp okuduktan sonra içinde yazılanları uygulamaya koyuldu. Görkemli bir düğün yaparak kızını oğlanla evlendirdi. Oğlan hem güzeldi hem de yakışıklıydı, bu yüzden kralın kızı onu beğendi.
Bir süre sonra kral sarayına döndü; baktı ki, kehanet tutmuştu, yani talihli oğlan kızıyla evlenmişti.
"Burda neler oldu?" diye gürledi. "Ben mektubumda bambaşka bir emir vermiştim."
Bunun üzerine kraliçe ona mektubu gösterdi. Kendisi bakıp kendi gözleriyle görsün neler yazıldığını bakalım!
Kral mektubu okuyunca, kendi yazdığı mektubun değiştirilmiş olduğunu anladı. Oğlana, kendisine emanet edilen mektubun başına neler geldiğini, neden başka bir mektup getirdiğini sordu.
"Bilmiyorum" diye cevap verdi oğlan. "Ben ormanda uyurken değiştirmiş olmalılar."
Kral çok öfkelendi.
"Öyle kolayca kızımı hak edemezsin! Ona layık olacak biri cehennemdeki Başşeytan'ın kafasından üç tel altın saç getirmeli! Bunu başarırsan kızım senin olsun" dedi.
Böylece kral ondan sonsuza dek kurtulacağını umuyordu.
Ama oğlan, "Altın saçları alıp getireceğim, şeytandan korkmam ben" diye cevap verdi ve sonra vedalaşarak yola çıktı.
Derken yolu büyük bir şehre düştü. Sur kapısındaki nöbetçi, "Senin zanaatın ne?" diye sordu.
"Ben her şeyi bilirim" diye cevap verdi oğlan.
"O zaman bize bir iyilikte bulun" dedi nöbetçi. "Bizim pazar yerindeki çeşme neden kurudu? Bir damla bile su akmıyor, oysa önceden musluğu çevirdin mi şarap akardı."
"Öğrenirim" diye cevap verdi oğlan, "Hele bir dönüşümü bekleyin."
Sonra yoluna devam etti ve bir başka şehre vardı. Nöbetçi yine mesleğini sordu.
"Ben her şeyi bilirim" diye cevap verdi.
"O zaman bana bir iyilik yap da söyle bakalım. Neden şehirde altın elma veren ağaç artık yaprak bile açmıyor?"
"Öğreneceksiniz, ama dönüşümde" diye cevap verdi.
Yine yola koyuldu, derken büyük bir nehir çıktı karşısına; üzerinden geçmesi gerekiyordu. Kayıkçı ona mesleğini ve nelerden anladığını sordu.
"Ben her şeyi bilirim" diye cevap verdi oğlan.
"O zaman bana bir iyilik yap" dedi kayıkçı. "Neden ben nehrin iki yakasına gidip geliyorum ve neden kimse bu nöbeti benden devralmıyor, söyler misin?"
"Cevabını alacaksın" dedi oğlan. "Dönüşümü bekle!" Nehrin öbür yakasına geçtiğinde kendisini cehennemin girişinde buldu. İçerisi karanlık ve kurum doluydu. Şeytan evde yoktu, ama anası geniş bir Dertkoltuğu'na oturmuştu: "Ne istiyorsun?" diye sordu, ama hiç de kötü niyetli gözükmüyordu.
"Şeytanın kafasından üç tel altın saç almak istiyorum" diye cevap verdi oğlan. "Aksi takdirde karımı kaybedeceğim." - "Bu kolay iş değil" dedi kadın. "Şeytan gelip de seni burada görürse hapı yutarsın! Ama acıdım sana, bakayım elimden bir şey gelecek mi?" diyerek oğlanı karıncaya dönüştürüverdi ve "Gir şimdi cebime, orada güvencede olursun" dedi.
Oğlan, "Olur" diye cevap verdi. "Yalnız üç şeyi bilmek isterdim. Önceden şarap akıtan bir çeşme artık su bile akıtmıyor, neden kurudu? Altın elma veren ağaç neden artık yaprak bile açmıyor? Ve neden kayıkçı nehrin iki yakasına duramadan gelip gidiyor da, kimse onun nöbetini devralmıyor?" - "Bunlar zor sorular" diye cevap verdi yaşlı kadın: "Ama önce sessiz ol ve bekle de Şeytan'ın başından üç tel saç koparayım."
Akşam olunca Şeytan eve geldi. İçeri girer girmez havanın değiştiğini, eskisi kadar temiz olmadığını fark etti.
"İnsan kokusu alıyorum. Burada doğru olmayan bir şey var" diyerek her köşeye bakıp aradı, ama hiçbir şey bulamadı. Annesi onu bu fikrinden vazgeçirdi:
"Demin düzeltmiştim, gene her şeyi dağıttın. Burnun her yerde insan kokusu alıyor! Otur şuraya da akşam yemeğini ye!"
Şeytan oturdu, yemek yedi, yorulmuştu. Başını anasının dizine koyarak biraz bitlerini ayıklattı. Çok geçmeden uykuya dalıp horlamaya başladı. O zaman anası onun altın saçlarından tutarak bir tel koparıp yanma koydu.
"Uff!" diye bağırdı Şeytan, "Niyetin ne senin?"
"Kâbus gördüm" diye cevap verdi annesi. "Senin saçına asılmışım!"
"Ne gördün rüyanda?" diye sordu Şeytan.
"Pazar yerindeki bir çeşmeden her zaman şarap akarken bu kez su bile akmıyordu, kurumuştu. Neden acaba?"
"Pöh, bir bilselerdi!" diye cevap verdi Şeytan, "Çeşmedeki bir taşın altında bir kara kurbağa çöreklenmiş, onu öldürürlerse yine şarap akacaktır."
Anası yine bitlerini ayıklarken Şeytan uyuyup pencereleri titretecek şekilde horlamaya başladı. O sırada kadın ikinci tel saçı kopardı.
"Uff! Ne yapıyorsun sen?" diye öfkeyle söylendi.
"Kusura bakma! Rüya görürken yapmışım" dedi.
"Bu kez ne rüya gördün?"
"Bir krallıkta bir meyve ağacı varmış, hep altın elma verirmiş, ama artık yaprak bile açmıyormuş? Sebebi ne olabilir?"
"Pöh, bir bilselerdi!" diye cevap verdi Şeytan: "Onun kökünü bir fare kemiriyor, onu öldürürlerse yine elma verecektir, ama fare kemirmeye devam ederse ağaç kupkuru kesilir. Ama artık rüyalarınla kafamı ütüleme! Bir daha uykumu bozarsan tokadı yersin!"
Anası onu teskin ederek bit ayıklamayı sürdürdü. Şeytan yine uyuyup horlamaya başladı. Üçüncü saçı da koparınca Şeytan havaya sıçradı, haykırdı ve küfür etti.
"Elimde değil, kâbus gördüm!" dedi anası.
"Ne gördün?" diye bağırdı Şeytan; meraklanmıştı.
"Bir kayıkçı gördüm, bir nehrin iki yakası arasında durmadan gidip geldiği ve hiç kimse de gelip nöbetini devralmadığı için yakınıp duruyordu. Neden acaba?"
"Pöh, aptal herif!" diye cevap verdi Şeytan, "Bir müşteri kayığa bindiği zaman küreği onun eline sıkıştırsa, o zaman o kişi çekecek küreği; kendisi de serbest kalmış olacak."
Oğlundan üç tel saç koparmayı ve üç sorunun cevabını almayı başaran anası artık onu rahat bıraktı. O da gün doğuncaya kadar uyudu.
Şeytan evden gider gitmez anası da karıncayı cebinden çıkardı ve onu yine insan haline soktu.
"Al sana üç tel saç" dedi. "Şeytanın söylediklerini duymuş olmalısın."
"Evet, duydum. Hepsi aklımda."
"O zaman mesele yok. Yoluna devam edebilirsin."
Oğlan yaptığı iyilik için yaşlı kadına teşekkür ettikten sonra cehennemi terk etti. Her şey yolunda gittiği için neşeliydi.
Kayıkçının yanına vardığında şimdi ona sorusunun cevabını verecekti.
"Beni önce karşı tarafa geçir, o zaman sana nasıl kurtulacağını söyleyeyim" dedi.
Ve karşı kıyıya vardığında ona Şeytanın önerisini bildirdi:
"Bir daha biri gelir de karşıya geçmek isterse küreği onun eline tutuşturursun."
Yoluna devam ederek kuruyan ağacın bulunduğu şehre geldi. Kapıdaki nöbetçi cevabı bekliyordu. Oğlan Şeytandan işittiğini ona nakletti:
"Ağacın kökündeki fareyi öldür, yine meyve vermeye başlayacaktır!" dedi.
Nöbetçi ona teşekkür ederek altın dolu iki çuvalla iki eşek hediye etti.
Oğlan bir süre sonra akmayan çeşmenin olduğu şehre vardı. Oradaki nöbetçiye de Şeytandan öğrendiklerini söyledi.
"Çeşmede, bir taşın altına bir tane karakurbağa saklanmış. Onu arayıp bulun ve öldürün, o zaman çeşme yine şarap akıtacaktır!"
Bu nöbetçi de ona teşekkür ederek aynı şekilde iki çuval altınla iki eşek hediye etti.
Sonunda oğlan karısının yanına vardı; kadın onu görünce ve başardıklarını duyunca çok sevindi.
Oğlan krala istediği şeyi, yani üç tel altın saçı verdi. Kral altın dolu çuval taşıyan dört eşeği görünce keyfi yerine geldi ve "Tüm istenilenler yerine geldi. Artık kızım senin yanında kalabilir" dedi. "Ama aziz damadım, bu altınları nerden buldun, söyler misin? Bunlar büyük bir servet!"
"Ben bir nehirden geçtim" diye cevap verdi oğlan. "Orada, sahilde kum yerine hep bunlardan vardı."
"Yani ben de gidip onlardan alabilir miyim?" diye sordu; gözünü para hırsı bürümüştü.
"Ne kadar isterseniz!" diye cevap verdi oğlan. "Orada bir kayıkçı göreceksiniz, o sizi öbür kıyıya ulaştırır. Çuvallarınızı orda doldurursunuz."
Gözü dönmüş kral hemen yola çıkarak o nehre vardı ve kayıkçıya seslenerek kendisini öbür kıyıya geçirmesini istedi.
Kayıkçı onu kayığına bindirdi ve sahile çıkarken küreği müşterisinin eline sıkıştırdığı gibi oradan kaçıp gitti.
O günden sonra kral işlediği günahlar için cezasını çekmeye başladı.
"Hâlâ kürek mi çekiyor? Yok canım? Kimse onun elinden küreği almadı mı yani?"
Il était une fois une pauvre femme qui mit au inonde un fils, et comme il était coiffé quand il naquit, on lui prédit que, dans sa quatorzième année, il épouserait la fille du roi.
Sur ces entrefaites, le roi passa par le village, sans que personne le reconnût; et comme il demandait ce qu'il y avait de nouveau, on lui répondit qu'il venait de naître un enfant coiffé, que tout ce qu'il entreprendrait lui réussirait, et qu'on lui avait prédit que, lorsqu'il aurait quatorze ans, il épouserait la fille du roi.
Le roi avait un mauvais cœur, et cette prédiction le fâcha. Il alla trouver les parents du nouveau-né, et leur dit d'un air tout amical: « Vous êtes de pauvres gens, donnez-moi votre enfant, j'en aurai bien soin. » Ils refusèrent d'abord; mais l'étranger leur offrit de l'or, et ils se dirent: « Puisque l'enfant est né coiffé, ce qui arrive est pour son bien. » Ils finirent par consentir et par livrer leur fils.
Le roi le mit dans une boite, et chevaucha avec ce fardeau jusqu'au bord d'une rivière profonde où il le jeta, en pensant qu'il délivrait sa fille d'un galant sur lequel elle ne comptait guère. Mais la botte, loin de couler à fond, se mit à flotter comme un petit batelet, sans qu'il entrât dedans une seule goutte d'eau; elle alla ainsi à la dérive jusqu'à deux lieues de la capitale, et s'arrêta contre l'écluse d'un moulin. Un garçon meunier qui se trouvait là par bonheur l'aperçut et l'attira avec un croc; il s'attendait, en l'ouvrant, à y trouver de grands trésors: mais c'était un joli petit garçon, frais et éveillé. Il le porta au moulin; le meunier et sa femme, qui n'avaient pas d'enfants, reçurent celui-là comme si Dieu le leur eût envoyé. Ils traitèrent de leur mieux le petit orphelin, qui grandit chez eux en forces et en bonnes qualités.
Un jour, le roi, surpris par la pluie, entra dans le moulin et demanda au meunier si ce grand jeune homme était son fils. « Non, sire, répondit-il: c'est un enfant trouvé qui est venu dans une boîte échouer contre notre écluse, il y a quatorze ans; notre garçon meunier l'a tiré de l'eau. »
Le roi reconnut alors que c'était l'enfant né coiffé qu'il avait jeté à la rivière. « Bonnes gens, dit-il, ce jeune homme ne pourrait-il pas porter une lettre de ma part à la reine? Je lui donnerais deux pièces d'or pour sa peine.
- Comme Votre Majesté l'ordonnera, » répondirent-ils; et ils dirent au jeune homme de se tenir prêt. Le roi écrivit à la reine une lettre où il lui mandait de se saisir du messager, de le mettre à mort et de l'enterrer, de façon à ce qu'il trouvât la chose faite à son retour.
Le garçon se mit en route avec la lettre, mais il s'égara et arriva le soir dans une grande forêt. Au milieu des ténèbres, il aperçut de loin une faible lumière, et, se dirigeant de ce côté, il atteignit une petite maisonnette où il trouva une vieille femme assise près du feu. Elle parut toute surprise de voir le jeune homme et lui dit: « D'où viens-tu et que veux-tu?
- Je viens du moulin, répondit-il; je porte une lettre à la reine; j'ai perdu mon chemin, et je voudrais bien passer la nuit ici.
- Malheureux enfant, répliqua la femme, tu es tombé dans une maison de voleurs, et, s'ils te trouvent ici, c'est fait de toi.
- A la grâce de Dieu! dit le jeune homme, je n'ai pas peur; et, d'ailleurs, je suis si fatigué qu'il m'est impossible d'aller plus loin. »
Il se coucha sur un banc et s'endormit. Les voleurs rentrèrent bientôt après, et ils demandèrent avec colère pourquoi cet étranger était là. « Ah! dit la vieille, c'est un pauvre enfant qui s'est égaré dans le bois; je l'ai reçu par compassion. Il porte une lettre à la reine. »
Les voleurs prirent la lettre pour la lire, et virent qu'elle enjoignait de mettre à mort le messager. Malgré la dureté de leur cœur, ils eurent pitié du pauvre diable; leur capitaine déchira la lettre, et en mit une autre à la place qui enjoignait qu'aussitôt que le jeune homme arriverait, on lui fit immédiatement épouser la fille du roi. Puis les voleurs le laissèrent dormir sur son banc jusqu'au matin, et, quand il fut éveillé, ils lui remirent la lettre et lui montrèrent son chemin.
La reine, ayant reçu la lettre, exécuta ce qu'elle contenait: on fit des noces splendides; la fille du roi épousa l'enfant né coiffé, et, comme il était beau et aimable, elle fut enchantée de vivre avec lui.
Quelque temps après, le roi revint dans son palais; et trouva que la prédiction était accomplie et que l'enfant né coiffé avait épousé sa fille. « Comment cela s'est-il fait? dit-il; j'avais donné dans ma lettre un ordre tout différent. » La reine lui montra la lettre , et lui dit qu'il pouvait voir ce qu'elle contenait. Il la lut et vit bien qu'on avait changé la sienne.
Il demanda au jeune homme ce qu'était devenue la lettre qu'il lui avait confiée, et pourquoi il en avait remis une autre. « Je n'en sais rien, répliqua celui-ci; il faut qu'on l'ait changée la nuit, quand j'ai couché dans la forêt. »
Le roi en colère lui dit: « Cela ne se passera pas ainsi. Celui qui prétend à ma fille doit me rapporter de l'enfer trois cheveux d'or de la tête du diable. Rapporte-les-moi, et ma fille t'appartiendra. » Le roi espérait bien qu'il ne reviendrait jamais d'une pareille commission.
Le jeune homme répondit: « Le diable ne me fait pas peur; j'irai chercher les trois cheveux d'or. » Et il prit congé du roi et se mit en route.
Il arriva devant une grande ville. A la porte, la sentinelle lui demanda quel était son état et ce qu'il savait:
« Tout, répondit-il.
- Alors, dit la sentinelle, rends-nous le service de nous apprendre pourquoi la fontaine de notre marché, qui nous donnait toujours du vin, s'est desséchée et ne fournit même plus d'eau.
- Attendez, répondit-il, je vous le dirai à mon retour. »
Plus loin, il arriva devant une autre ville. La sentinelle de la porte lui demanda son état et ce qu'il savait.
« Tout, répondit-il.
- Rends-nous alors le service de nous apprendre pourquoi le grand arbre de notre ville, qui nous rapportait des pommes d'or, n'a plus même de feuilles.
- Attendez, répondit-il, je vous le dirai à mon retour. »
Plus loin encore il arriva devant une grande rivière qu'il s'agissait de passer. Le passager lui demanda son état et ce qu'il savait. , Tout, répondit-il.
- Alors, dit le passager, rends-moi le service de m'apprendre si je dois toujours rester à ce poste, sans jamais être relevé.
- Attends, répondit-il, je te le dirai à mon retour. »
De l'autre côté de l'eau, il trouva la bouche de l'enfer. Elle était noire et enfumée. Le diable n'était pas chez lui; il n'y avait que son hôtesse, assise dans un large fauteuil. « Que demandes-tu? lui dit-elle d'un ton assez doux.
« Il me faut trois cheveux d'or de la tête du diable, sans quoi je n'obtiendrai pas ma femme.
- C'est beaucoup demander, dit-elle, et si le diable t'aperçoit quand il rentrera, tu passeras un mauvais quart d'heure. Cependant tu m'intéresses, et je vais tâcher de te venir en aide. »
Elle le changea en fourmi et lui dit: « Monte dans les plis de ma robe; là tu seras en sûreté
- Merci, répondit-il, voilà qui va bien; mais j'aurais besoin en outre de savoir trois choses: pourquoi une fontaine qui versait toujours du vin ne fournit même plus d'eau; pourquoi un arbre qui portait des pommes d'or n'a plus même de feuilles; et si un certain passager doit toujours rester à son poste sans jamais être relevé.
- Ce sont trois questions difficiles, dit-elle; mais tiens-toi bien tranquille, et sois attentif à ce que le diable dira quand je lui arracherai les trois cheveux d'or. »
Quand le soir arriva, le diable revint chez lui. A peine était-il entré qu'il remarqua une odeur extraordinaire. « Il y a du nouveau ici, dit-il; je sens la chair humaine. » Et il alla fureter dans tous les coins, mais sans rien trouver. L'hôtesse lui chercha querelle. « Je viens de balayer et de ranger, dit-elle, et tu vas tout bouleverser ici, tu crois toujours sentir la chair humaine. Assieds-toi et mange ton souper. »
Quand il eut soupé, il était fatigué; il posa su tête sur les genoux de son hôtesse, et lui dit de lui chercher un peu les poux; mais il ne tarda pas à s'endormir et à ronfler. La vieille saisit un cheveu d'or, l'arracha et le mit de côté. « Hé, s'écria le diable, qu'as-tu donc fait?
- J'ai eu un mauvais rêve, dit l'hôtesse, et je t'ai pris par les cheveux.
- Qu'as-tu donc rêvé? demanda le diable.
- J'ai rêvé que la fontaine d'un marché, qui versait toujours du vin, s'était arrêtée et qu'elle ne donnait plus même d'eau; quelle en peut être la cause?
- Ah! si on le savait! répliqua le diable: il y a un crapaud sous une pierre dans la fontaine; on n'aurait qu'à le tuer, le vin recommencerait à couler. »
L'hôtesse se remit à lui chercher les poux; il se rendormit et ronfla de façon à ébranler les vitres. Alors elle lui arracha le second cheveu. « Heu! que fais-tu? s'écria le diable en colère.
- Ne t'inquiète pas, répondit-elle, c'est un rêve que j'ai fait.
- Qu'as-tu rêvé encore? demanda-t-il.
- J'ai rêvé que dans un pays il y a un arbre qui portait toujours des pommes d'or, et qui n'a plus même de feuilles; quelle en pourrait être la cause?
- Ah! si on le savait! répliqua le diable: il y a une souris qui ronge la racine; on n'aurait qu'à la tuer, il reviendrait des pommes d'or à l'arbre; mais si elle continue à la ronger, l'arbre mourra tout à fait. Maintenant laisse-moi en repos avec tes rêves. Si tu me réveilles encore, je te donnerai un soufflet. »
L'hôtesse l'apaisa et se remit à lui chercher ses poux jusqu'à ce qu'il fût rendormi et ronflant. Alors elle saisit le troisième cheveu d'or et l'arracha. Le diable se leva en criant et voulait la battre; elle le radoucit encore en disant: « Qui peut se garder d'un mauvais rêve?
- Qu'as-tu donc rêvé encore? demanda-t-il avec curiosité.
- J'ai rêvé d'un passager qui se plaignait de toujours passer l'eau avec sa barque, sans que personne le remplaçât jamais.
- Hé! le sot! répondit le diable: le premier qui viendra pour passer la rivière, il n'a qu'à lui mettre sa rame à la main, il sera libre et l'autre sera obligé de faire le passage à son tour. »
Comme l'hôtesse lui avait arraché les trois cheveux d'or, et qu'elle avait tiré de lui les trois réponses, elle le laissa en repos, et il dormit jusqu'au matin.
Quand le diable eut quitté la maison, la vieille prit la fourmi dans les plis de sa robe et rendit au jeune homme sa figure humaine. « Voilà les trois cheveux, lui dit-elle; mais as-tu bien entendu les réponses du diable à tes questions?
-Très bien, répondit-il, et je m'en souviendrai.
- Te voilà donc hors d'embarras, dit-elle, et tu peux reprendre ta route. »
Il remercia la vieille qui l'avait si bien aidé, et sortit de l'enfer, fort joyeux d'avoir si heureusement réussi.
Quand il arriva au passager, avant de lui donner la réponse promise, il se fit d'abord passer de l'autre côté, et alors il lui lit part du conseil donné par le diable: « Le premier qui viendra pour passer la rivière, tu n'as qu'à lui mettre ta rame à la main. »
Plus loin, il retrouva la ville à l'arbre stérile; la sentinelle attendait aussi sa réponse: « Tuez la souris qui ronge les racines » dit-il, et les pommes d'or reviendront. » La sentinelle, pour le remercier, lui donna deux ânes chargés d'or.
Enfin il parvint à la ville dont la fontaine était à sec. Il dit à la sentinelle: « Il y a un crapaud sous une pierre dans la fontaine; cherchez-le et tuez-le, et le vin recommencera à couler en abondance. » La sentinelle le remercia et lui donna encore deux ânes chargés d'or.
Enfin, l'enfant né coiffé revint près de sa femme, qui se réjouit dans son cœur en le voyant de retour et en apprenant que tout s'était bien passé. Il remit au roi les trois cheveux d'or du diable. Celui-ci, en apercevant les quatre ânes chargés d'or, fut grandement satisfait et lui dit: « Maintenant toutes les conditions sont remplies, et ma fille est à toi. Mais, mon cher gendre, dis-moi d'où te vient tant d'or, car c'est un trésor énorme que tu rapportes.
- Je l'ai pris, dit-il, de l'autre côté d'une rivière que j'ai traversée; c'est le sable du rivage.
- Pourrais-je m'en procurer autant? lui demanda le roi, qui était un avare.
- Tant que vous voudrez, répondit-il. Vous trouverez un passager; adressez-vous à lui pour passer l'eau, et vous pourrez remplir vos sacs. »
L'avide monarque se mit aussitôt en route, et arrivéau bord de l'eau, il fit signe au passager de lui amener sa barque. Le passager le fit entrer, et, quand ils furent à l'autre bord, il lui mit la rame à la main et sauta dehors. Le roi devint ainsi passager en punition de ses péchés.
« L'est-il encore?
- Eh! sans doute, puisque personne ne lui a repris la rame. »