Kurul Sofram Kurul!


桌子、金驴和棍子


Bir zamanlar bir terzinin üç oğlu ve bir de keçisi vardı. Hepsi keçi sütüyle beslendiği için hayvanın her gün otlatılması gerekiyordu. Oğlanlar sırayla otlatıyordu.
Bir seferinde büyük oğlan onu kilisenin avlusuna götürdü. Hayvan oradaki o güzel kokulu otları yiyerek oynayıp sıçramaya başladı.
Akşam olup da eve dönme zamanı gelince oğlan, "Keçi, doydun mu?" diye sordu.
Keçi şöyle cevap verdi:
İyice doydum ben, m-e-e-e!
Artık yaprak falan verme!
"Öyleyse eve gel" dedi oğlan ve onu ipinden çekerek ahırdaki bir direğe bağladı.
Yaşlı terzi oğluna, "Eee, keçi doydu mu bari?" diye sordu. "O kadar doydu ki, artık yaprak bile istemiyor" dedi oğlan. Ama babası emin olabilmek için ahıra kendi gitti ve hayvanı okşayarak:
"Keçi, hâlâ tok musun?" diye sordu.
Keçi şöyle cevap verdi:
Ne yedim ki, karnım doysun?
Hep mezarlıkta otladım,
Tek yaprak bulamadım.
"Bunu mu işitecektim" diye öfkelenen terzi hemen oğlunun yanına vararak: "Seni gidi yalancı seni! Keçi doymuşmuş! Hayvanı aç bırakmışsın sen!" diye haykırdı. Ve o kızgınlıkla, duvardan aldığı ölçek değneğiyle oğlanı döverek evden kovdu.
Ertesi gün sıra ortanca oğlandaydı. Bahçeyi çeviren çitlerin önünde, kokulu otların bol olduğu bir yer buldu. Keçi oradaki otların hepsini yedi. Akşam eve dönmek istediğinde hayvana sordu: "Keçi, karnın doydu mu?" Keçi şu cevabı verdi:
İyice doydum ben, m-e-e-e!
Artık yaprak falan verme!
"O zaman eve gidelim" diyen oğlan onu ahıra götürüp bağladı.
Terzi, "Eee, keçi doydu mu bari?" diye sordu.
"Öyle doydu ki, artık yaprak bile istemiyor" diye cevap verdi.
Terzi inanmadı, ahıra kendisi gidip sordu. "Keçi, karnın doydu mu?"
Keçi şöyle cevap verdi:
Ne yedim ki, karnım doysun
Hep mezarlıkta otladım,
Tek yaprak bulamadım!
"Ne vicdansız çocuksun sen! Böyle masum bir hayvan aç bırakılır mı hiç" diye haykıran terzi, eline geçirdiği değnekle oğlunu döve döve evden kovdu.
Sıra en küçük oğlana geldi; bu işi iyi yapmak istiyordu. Hayvanı en güzel ekinlerin bulunduğu bir fundalığa götürüp otlattı.
Akşam eve dönerken, "Keçi, karnın doydu mu?" diye sordu.
Hayvan şöyle cevap verdi:
İyice doydum ben, m-e-e-e!
Artık yaprak falan verme!
"Öyleyse eve gidelim" diyen oğlan onu ahıra götürüp bağladı.
Terzi, "Eee, keçinin karnı doydu mu?" diye sordu.
"Evet" dedi oğlan, "Öyle doydu ki, artık yaprak bile istemiyor."
Terzi inanmadı; gidip kendi baktı ve sordu: "Keçi, karnın doydu mu?"
İnatçı hayvan şöyle cevap verdi:
Ne yedim ki, karnım doysun?
Hep mezarlıkta otladım.
Tek yaprak bulamadım.
"Edepsiz, yalancı! Bunların hepsi birbirinden beter! Artık beni enayi yerine koyamazsınız" diye haykıran terzi, küçük oğlunu patakladı. Çocukcağız ta ahırdan dışarı fırladı; o da evden kovuldu.
Ve yaşlı terzi keçiyle yalnız kaldı. Ertesi sabah ahıra giderek hayvanı okşadı ve "Gel canım, seni ben götüreceğim otlatmaya" dedi.
Boynuna geçirdiği ipin ucundan tutarak onu, koyunların ve keçilerin yemeye bayıldıkları o yemyeşil çitlerin ve çiçeklerin'olduğu yere götürdü.
"İstediğin kadar ye" dedikten sonra keçiyi akşama kadar orada otlamaya bıraktı.
Daha sonra, "Keçi, doydun mu?" diye sordu.
Hayvan şöyle cevap verdi:
İyice doydum ben, m-e-e-e!
Artık yaprak falan verme!
"Öyleyse eve gidelim" diyen terzi onu ahıra götürüp bağladı. Oradan ayrılırken durdu, geri dönerek bir daha sordu: "Artık iyice doymuşsundur?" Ancak keçi inadından vazgeçmedi:
Ne yedim ki, karnım doysun?
Hep mezarlıkta otladım,
Tek yaprak bulamadım.
Terzi bunu duyunca çok şaşırdı; üç oğlunu da haksız yere evden kovduğunu anladı.
"Dur hele, nankör keçi! Seni kovmak yetmez, suratını öyle bir değiştireceğim ki, bir daha soylu terzilerin yüzüne bakamayasın" diye söylenen terzi, o kızgınlıkla usturasını aldı. Hayvanın yüzünü sabunla iyice sabunladıktan sonra sinekkaydı bir tıraş yaptı. Sonra da onu değnekle değil, kamçıyla adamakıllı dövdü. Keçi oradan kaçtı.
Terzi şimdi evde yapayalnız kalmıştı. Üzgün üzgün düşünüyor ve keşke oğullarım yanımda olsaydı diye yakınıyordu; ama onların nereye gittiğini bilen yoktu.
Oysa en büyük oğlan bir marangozun yanına çırak olarak girmişti. Hiç canı sıkılmadan çok çalıştı, çok şey öğrendi; ayrılık zamanı geldiğinde ustası ona bir masa hediye etti. Bu, gösterişsiz bir masaydı ve sıradan tahtadan yapılmıştı, ama bir özelliği vardı. Onu bir yere yerleştirdikten sonra "Kurul sofram, kurul" deyince üzerinde temiz bir masa örtüsüyle çatal, bıçak ve çeşitli kızartmalarla büyük bir bardak kırmızı şarap beliriveriyordu ki, yeme de yanında yat!
"Bana ömrüm boyunca yeter" diye düşündü oğlan ve masayı her gittiği yere yanında taşıdı. Artık bir handa yemek var mı, yok mu; bu yemek iyi mi, kötü mü, umurunda bile olmadı. Canı istediğinde hana değil de, ormana ya da meraya gidiyor, sırtında taşıdığı masayı yere koyduktan sonra, "Kurul sofram, kurul!" diyerek canının her istediği yemeği yiyebildi.
Sonunda babasının yanma dönmeyi akıl etti. Artık öfkesinin geçmiş olacağını ve bu masayı gördükten sonra kendisini seve seve eve alacağını düşündü.
Eve doğru yola çıkarken bir akşam bir hana uğradı; içerisi müşteri doluydu. Ona hoş geldin diyerek yanlarına çağırdılar, birlikte yemek yemeyi teklif ettiler; çünkü handa yemek kalmamıştı.
"Hayır" dedi marangoz, "Size yük olmayayım. Sizler benim misafirim olun, daha iyi! Adamlar güldü ve kendileriyle dalga geçtiğini sandılar. Ancak oğlan masasını odanın ortasına yerleştirdikten sonra "Kurul sofram, kurul!" dedi. O anda masa yemeklerle öylesine donandı ki, hancı bundan daha iyisini yapamazdı. Mis gibi yemek kokusu etrafa yayıldı.
"Hadi afiyet olsun, arkadaşlar" dedi oğlan. Misafirleri onu bir dediğini iki etmeyip bıçakları alarak yemeğe balıklama atladılar. Onları en çok şaşırtan şey de, bir tabaktaki yemek bitince hemen aynısının bir daha önlerine çıkmasıydı.
Hancı bir köşeden tüm bunları seyretti, ne söyleyeceğini bilemedi. Ama "Bana böyle bir aşçı lazım" diye aklından geçirdi.
Marangozla misafirleri gece yarısına kadar yiyip içtiler, sonunda yatmaya gittiler. Oğlan masasını duvar kenarına yerleştirdi. Hancının aklı masada kalmıştı; birden aklına kilerde sakladığı eski bir masa geldi. Usulca onu alarak marangozun masasıyla değiştirdi.
Ertesi sabah marangoz hancıya parasını ödedi, masasını sırtladı ve sahte olduğu aklına bile gelmedi. Sonra yola koyuldu.
Öğlene doğru babasının yanma vardı; adam onu büyük bir sevinçle karşıladı.
"Eee, oğlum, ne öğrendin bakalım?" diye sordu.
"Baba, ben marangoz oldum!"
"İyi bir meslek" diye karşılık verdi babası. "Peki bunca zaman sonra beraberinde ne getirdin?"
"Getirdiğim en güzel şey şu masa, baba!"
Babası masayı iyice gözden geçirdikten sonra, "Bu pek usta işi değil, eski ve berbat bir masa" dedi.
"Ama bu bir istek masası. Onu yere koyup da 'Kurul sofram, kurul!' deyince en güzel yemekler geliyor önüme, şarap da dahil olmak üzere. Sen bütün hısım akrabayı davet et; gelsinler, yesinler, içsinler! Bu masa hepsini doyurur."
Davetliler evi doldurduğunda oğlan masayı odanın ortasına yerleştirdi. Sonra "Kurul sofram, kurul!" dedi.
Ama masa kımıldamadı bile; laftan anlamayan herhangi başka bir masa gibi üzeri bomboş kaldı. İşte o zaman zavallı oğlan masasının değiştirilmiş olduğunu anladı ve çok utandı; yalancı gibi orada kalakaldı.
Davetliler ona kahkahalarla güldükten sonra yemeden içmeden oradan ayrıldılar. Babası yine terziliğe devam etti, oğlan da bir ustanın yanında çalışmak üzere evden ayrıldı.
Ortanca oğlan bir değirmencinin yanında işe başladı. Bir yıl geçtikten sonra ustası ona, "Şimdiye kadar çok iyi çalıştın, bu yüzden sana bir eşek hediye ediyorum; ancak bu hayvan araba çekmez, yük de taşımaz" dedi.
"Ne işe yarar peki?" diye sordu oğlan.
"Altın verir" diye cevap verdi değirmenci. "Altına bir bez serer de 'Hop dedik!' dersen sana hem küçük hem de büyük çiş yerine altın verecektir."
"Bu harika bir şey" diyen oğlan ustasına teşekkür ettikten sonra oradan ayrılarak yollara düştü.
Paraya ihtiyacı olduğunda eşeğe "Hop dedik!" deyince yağmur gibi altın para yağdı hep; o da onları yerden toplamaktan başka bir şey yapmadı.
Gittiği her yerde en iyi ve en pahalı şeyleri seçti; nasıl olsa parası vardı!
Bir süre böyle dolaştıktan sonra kendi kendine, "Git artık babanı ara. Eve altın veren eşekle gidersen, onun kızgınlığı geçecek ve seni affedecektir" diye söylendi.
Derken yolu, kardeşinin masasının değiştirildiği hana düştü. Eşeği kendi eliyle ahıra götürecekti ki, hancı onu alıp bağlayabileceğini söyledi.
Ama oğlan, "Zahmet etme! Gri atımı kendi elimle götüreyim ahıra. Kendim bağlayayım ki, sonra onun nerede olduğunu bileyim" dedi.
Bu hancının tuhafına gitti. Eşeğinin bakımını kendi üstlenen bir müşterinin fazla parası olmamalıydı; ama yabancı elini cebine atarak iki altın çıkardıktan sonra hayvana iyi bir şeyler vermesini söylediği zaman hancının gözleri açıldı. Hemen gidip en güzel yemleri satın aldı.
Yemekten sonra hancıya borcunu sordu. Hancı bir misli hesap çıkararak birkaç altın daha vermesi gerektiğini söyledi. Oğlan ceplerini karıştırdı, ama parası bitmişti!
"Bekle biraz, hancı! Ben gidip biraz altın alayım" dedi ve yanma bir masa örtüsü aldı. Hancı bunun ne anlama geldiğini anlayamadı, ama merak etti ve arkasından gitti. Müşterisi, ahırı içerden sürgülediği için hancı kapı deliğinden baktı. Müşterisi eşeğin altına masa örtüsünü serdikten sonra "Hop dedik!" deyince eşek, hem önden hem arkadan akıttığı altınlarla örtüyü doldurdu.
"Vay canına!" diye söylendi hancı, "Bu altın paralar sanki yeni basılmış! Altın dolu bir torba benim de işime gelir!"
Misafiri borcunu ödedikten sonra yatmaya çıktı. O uyuduktan sonra hancı gizlice ahıra gitti; altın akıtan eşeği oradan alarak yerine başka bir eşek bağladı.
Ertesi sabah erkenden oğlan ahırdan eşeğini aldı; kendi eşeğini aldığını sanıyordu.
Öğlene doğru babasının evine geldi. Adam onu görünce çok sevindi.
"Sen şimdi ne oldun bakalım?" diye sordu.
"Değirmenci oldum, baba" diye cevap verdi oğlan.
"Peki, neler getirdin bakalım?"
"Sadece bir eşek."
"Burada yeterince eşek var" dedi babası. "İyi süt veren bir keçi getirseydin daha iyi olurdu."
"Evet" dedi oğlan, "Ama bu inatçı eşeklerden biri değil! Bu, altın veren bir eşek. 'Hop dedik!' dersem sana çarşaf dolusu altın verecektir. Sen bütün akrabaları çağır, ben hepsini zengin edeyim."
"Bu iş hoşuma gitti. Bundan sonra dikişle uğraşmayacağım desene" diyerek hısım akrabayı çağırdı.
Hepsi toplandıktan sonra oğlan odanın ortasına bir çarşaf serdikten sonra eşeği alıp getirdi.
"Dikkat edin!" diye seslendikten sonra eşeğe dönerek, "Hop dedik!" dedi. Ama hayvanın çarşafa şey ettiği, altın maltın değil, daha başka bir şeydi!
Kısacası, eşeğin hiçbir marifetinin olmadığı meydana çıktı.
Zavallı değirmencinin suratı asıldı; o anda aldatıldığını anladı ve misafirlerden özür diledi. Onlar da geldikleri gibi elleri geri döndü.
Yaşlı terzi yine iğnesine sarıldı, oğlan da bir değirmencinin yanında çalışmaya başladı.
En küçük oğlan işe bir tornacının yanında başladı; bu biraz marifet istediği için öğrenmesi de uzun sürdü. Kardeşleri, yazdıkları bir mektupta çok sıkıntıda olduklarını ve handa son gece başlarına gelenleri bildirmişlerdi.
Oğlan tornacılığı öğrendikten sonra, oradan ayrılırken ustası ona bir zembil hediye etti. "Bu zembilin içinde bir sopa var" dedi.
"Zembili sırtlarım, işime yarar. Ama sopayı ne yapayım? Sadece yükümü arttırır, o kadar" diye yakındı oğlan.
"Bak ne diyeceğim sana" dedi ustası. "Biri seni üzecek olursa, 'Sopa, çık zembilden!' dersen o sopa çuvaldan çıkıp başlar karşındakinin sırtında boza pişirmeye. Öyle bir dayak atar ki, bunu yiyen sekiz gün yerinden kıpırdayamaz. Sen 'Sopa, yerine dön' diyene kadar o dayak atmayı sürdürür."
Oğlan ona teşekkür ettikten sonra yola koyuldu.
Kendisine saldırmak istediklerinde "Sopa, çık zembilden" der demez sopa, çuvaldan çıktığı gibi karşısındakilere öyle bir sıra dayağı atıyordu ki! Ve bu işi göz açıp kapayıncaya kadar yapıyordu.
Neyse, akşama doğru bizim genç tornacının yolu da kardeşlerinin gecelediği hana düştü. Zembilini çıkarıp önündeki masaya koyduktan sonra o güne kadar başından geçen ilginç olayları anlatmaya başladı: "Yaa, işte böyle! Sofra kuran masalar, altın salan eşekler falan varmış! İyi de, benim şu zembilimin içindeki hazinenin yanında onlar hiç kalır" dedi.
Hancının kulakları dikildi: "Bu ne acaba?" diye düşündü. "Bu zembil çok kıymetli taşlarla dolu olmalı! Dere yatağını üçüncüde bulur!"
Uyku zamanı gelince oğlan zembilini yastık gibi kullanarak başının altına koydu.
Hancı onun derin bir uykuya daldığını sanarak usulca zembili başının altından çekip almayı ve yerine bir başkasını koymayı düşündü. Tornacı bu anı çoktandır bekliyordu. Hancı tam zembili çekmek isterken oğlan, "Sopa, çık zembilden" dedi. Bunu söyler söylemez sopa sabırsızlandı ve zembilden çıkarak hancıya adamakıllı bir dayak atmaya başladı. Adam haykırdı, yalvardı yakardı; ama o bağırdıkça sopa, vuruşlarını hızlandırdı; sonunda adam yere yığılıp kaldı.
Bunun üzerine tornacı, "Masayla eşeği hemen vermezsen sopa yine üzerinde dansa başlayacak, ona göre" dedi.
"Aman nolur! Ne istersen vereyim, yeter ki sen şu canavarı yine zembile sok" diye haykırdı hancı.
Bunun üzerine oğlan, "Hak yerini buldu. Ama sakın onlara bir zarar verme" dedikten sonra, "Sopa, yerine dön" diye emretti.
Tornacı ertesi gün masayı da, eşeği de yanına alarak babasının evine döndü. Terzi onu görünce çok sevindi ve bunca zaman ne öğrendiğini sordu.
"Babacığım, ben tornacı oldum" diye cevap verdi oğlan.
"İyi bir zanaat" dedi babası: "Peki, sen neler getirdin bakayım?"
"Kıymetli bir şey! Zembil içinde bir sopa!"
"Ne? Bir sopa ha? Bunca zahmet bunun için mi? Her ağaçtan böyle bir sopa kesebilirsin."
"Ama bunun gibisini değil, babacığım! Ben 'Sopa, çık zembilden' dedim mi, zembilden dışarı fırlıyor ve bana karşı kötü niyetli biri varsa, onun sırtına binip güzel bir dayak atıyor; ta ki karşısındaki yalvarıp özür dileyene kadar. Bak, masayla eşeği, ağabeylerimi aldatan hancının elinden bu sopayla aldım ben! Sen çağır şimdi onları, hısım akrabayı da davet et. Onları yedirip içireyim, ceplerini de altınla doldurayım" dedi oğlan.
Yaşlı terzi pek güvenmese de hısım akrabayı topladı.
Tornacı odanın ortasına bir çarşaf serdi, altın salan eşeği de getirdikten sonra ağabeyine, "Ağabey, konuş onunla" dedi.
Kardeşi, "Hop dedik!" diye seslendi. Aynı anda çarşafa altın paralar düşmeye başladı; eşek durmak bilmedi, herkesin payına taşıyamayacağı kadar altın düştü. (Sen de orda olmak isterdin, değil mi?)
Tornacı daha sonra masayı getirdi ve "Ağabey, konuş onunla" dedi.
Ve marangoz "Kurul sofram, kurul!" der demez masanın üzerine bol bol en güzel tabaklar sıralandı. Terzi o zamana kadar hiç görmediği bir ziyafete tanık oldu; tüm akrabalar gece yarısına kadar kalıp eğlendiler.
Yaşlı terzi iğneyi, ipliği dirseği ve ütüyü rafa kaldırdı ve üç oğluyla birlikte neşeli ve mutlu bir hayat yaşadı.
İyi de, üç oğlanın evden kovulmasına neden olan keçi nereye gitti dersin?
Söyleyeyim sana. Başı çırılçıplak kaldığı için herkesten utandı; bir tilki yuvasına sığındı.
Tilki yuvasına döndüğünde, karanlıkta parlayan bir çift göz görünce öyle korktu ki, oradan kaçıverdi. Derken ayıyla karşılaştı.
Ayı, "Ne o, tilki kardeş, yüzün niye böyle asık?" diye sordu.
"Sorma" dedi tilki, "Korkunç bir hayvan yuvama girmiş, kan çanağına dönmüş gözlerle bana bakıyordu."
"Kovalım onu ordan" diyen ayı, tilkiyle birlikte o yuvaya gidip içeri baktı. Parıl parıl parlayan gözleri görünce o da ürktü; o canavara bulaşmaktansa kaçmayı yeğledi.
Ama bu kez arıyla karşılaştı; arı onun keyfinin yerinde olmadığını fark edince, "Hayrola, ayı! Canın sıkılmışa benziyor, nerde kaldı senin o neşeli halin?" diye sordu.
"Sen ne diyorsun yahu? Korkunç bir canavar tilkinin mağarasına yerleşmiş, onu bir türlü kovamıyoruz."
Arı şöyle dedi: "Bak buna üzüldüm işte, ayı. Yolda geçerken yüzüme bile bakmazsın, ama sanırım size yardım edebilirim."
Ve sonra tilkinin mağarasına uçup orada oturmakta olan keçinin başına konup burnunu öyle bir soktu ki, keçi "m-e-e-e! m-e-e-eee!" diye haykırarak oradan kaçtı. Şu saate kadar da onu gören olmadı!
很久以前有个裁缝,他有三个儿子。 家里养了一头羊,全家人靠羊奶生活,所以必须把它喂好养好。 三个儿子轮流去放羊。 一天,大儿子把羊赶到了教堂的院子里,因为那里的草长得十分茂盛。 羊一边吃草一边欢蹦乱跳,傍晚,该回家了,大儿子问羊:"你吃饱了吗?"羊儿回答:
"我已经吃了许多,
一根都不想再碰。
咩……咩……"
"那我们回家吧。"男孩说着就拉起绳子,牵着羊回家,并把它拴进棚里。
老裁缝问:"羊吃饱了没有?"
"它吃得很饱,一根都吃不下了。"父亲想证实一下,于是来到羊圈,抚摸着心爱的牲口问:"羊啊,你吃饱了没有?"
"我哪里能吃得饱?
跳越小沟一道道,
没见到一根草。
咩……咩……"
"太不像话了!"老裁缝喊着跑上楼质问儿子:"你这小子!你说羊吃饱了,可它明明饿着!"一气之下,他从墙上取下板尺,将儿子一阵痛打赶出了家门。
第二天轮到二儿子放羊。 他在花园的篱笆旁找到一片肥嫩的鲜草,羊儿一点一点的全吃光了。 傍晚,男孩想回家,就问羊:"你吃饱了吗?"羊儿回答:
"我已经吃了许多,
一根都不想再碰。
咩……咩……"
"那我们回家吧。"男孩说着就拉起绳子,牵着羊回家,又拴好了。
老裁缝问:"羊吃饱了没有?"
"它吃得很饱,一根都吃不下了。"但父亲不信,于是来到羊圈,抚摸着心爱的牲口问:"羊啊,你吃饱了没有?"
"我哪里能吃得饱?
跳越小沟一道道,
没见到一根草。
咩……咩……"
"这个坏蛋!难道想把这温驯的牲口饿死吗?"他叫着跑上楼,用板尺将年轻人赶了出去。
现在轮到第三个儿子去放羊了。 他想把事情做好,于是找到一片水草茂盛的灌木丛,让羊在那里吃个够。 晚上他想回家时问:"你吃饱了吗?"羊儿回答:
"我已经吃了许多,
一根都不想再碰。
咩……咩……"
"那我们回家吧。"男孩说着拉起绳子,牵着羊回家,也拴好了。
老裁缝问:"羊喂饱了没有?"
"它吃得很饱,一根都吃不下了。"裁缝不信,于是来到羊圈,问:"羊啊,你吃饱了没有?"
"我哪里能吃得饱?
跳越小沟一道道,
没见到一根草。
咩……咩……"
"唉呀,这个骗人精!一个比一个不负责任!别想再欺骗我!"他气得不得了,跑上楼用板尺狠狠地抽打孩子,使他不得不逃出了家门。
家里只剩下他和羊了。 第二天一早,他来到羊圈,抚摸着羊说:"走吧,亲爱的小羊。我要亲自带你上牧场。"他牵着绳子,带着羊来到绿油油的草地。 那里生长着芪草以及各种羊爱吃的草。 "这下你可以吃个心满意足了。"他对羊说。 他让羊吃到夜幕降临时分,然后问:"羊啊,你吃饱了吗?"羊回答说:
"我已经吃了许多,
一根都不想再碰。
咩……咩……"
"那我们回家吧。"老裁缝说着拉起绳子,牵着羊回家,并拴好了。
临走,老裁缝回头说:"这下你总算吃饱了!"但是羊并没给他满意的回答,说:
"我哪里能吃得饱?
跳越小沟一道道,
没见到一根草。
咩……咩……"
裁缝听了大吃一惊,他立刻认识到自己错怪了三个儿子,便喊道:"等着瞧,你这没良心的家伙!赶走你也太便宜你了,我要在你身上做个记号,让你没脸见诚实的裁缝!"
他匆匆上楼,拿来一把剃须刀,在羊头上抹上肥皂,将羊头剃得像手掌心一样光。 裁缝认为用板尺打它还太便宜了它,于是取出鞭子,狠狠地抽打起羊来,羊发疯似地逃走了。
裁缝孤身一人在家,心里十分难过。 想让儿子们回来,又不知他们的去向。 大儿子到了一个木匠那里当学徒,他非常努力、刻苦,期满之后,师傅在他临行前送给他一张小餐桌。 桌子是用普通木料做成的,外表也不漂亮,看不出有什么特别。 但是只要把小桌放在那儿,对它说:"小餐桌,快撑开",听话的小餐桌就会马上铺好洁白的桌布,摆好刀叉,一盘盘煮的、烤的美味佳肴便摆满小桌,还有一大杯美酒使人心花怒放。 年轻人想:"够我一辈子享用的了。"于是心情愉快地周游起世界来,根本不用考虑旅馆是不是好,有没有饭菜供应。 有时他干脆不住客栈,在田野、森林或草原上随便一个让他高兴的地方呆下来,从背上取下小桌摆在面前,说一声:"小餐桌,快撑开。"爱吃什么就有什么。 他就这么过了一段日子。 后来他想该回到父亲身边去了,父亲也早该消气了,再说他带着这张会自动摆酒菜的餐桌回家,父亲一定会高兴地接待他的。 归途中的一个晚上,他走进一家旅店,那里刚巧住满了,但人们欢迎他,请他一道吃饭,说否则就没吃的了。
木匠回答说:"不用了,我不愿意从你们嘴里抢东西吃,宁可请你们跟我一块儿吃。"旅客们哈哈大笑,说他真会开玩笑。 他将小餐桌摆到房间中央,说:"小餐桌,快撑开!"顿时,一桌丰盛的酒菜出现了,店主可没法做到这样。 木匠说:"朋友们,动手啊!"客人们一看他是真心诚意的,便不再客气,挪近餐桌,拿起刀叉大吃起来。 最让他们惊奇的是每当一碗吃完时,立刻就会有一只盛得满满的碗自动替换空碗。 店主站在一个角落里看呆了,简直不知道说什么好。 他想:"假如我的店里也有这么个宝贝就好了。"
木匠和那些朋友们高兴地吃喝着,直到深夜。 后来大家都去睡觉了,年轻人把小魔桌靠在墙上,也睡了。 店主却无法入睡,他想起储藏室里有张小桌样子很像那张魔桌,于是拿出来,小心翼翼地将魔桌换走了。
第二天早上,木匠付了房钱,背上小餐桌继续赶路,他压根儿没想到这张小桌已是假的了。
中午时分,他回到父亲身边。 父亲见了他也格外高兴,问:"亲爱的儿子,你都学了点什么?""我学会了做木工。""这可是门有用的手艺,你学徒回来带了点啥?""我带回来的最好的东西就数这张小餐桌了。"裁缝把餐桌四面打量了一下,说:"你做得不怎么样呢。这是张又旧又破的桌子。"儿子回答说:"但是这张桌子会自动摆出酒菜来呢。只要我摆好桌子,对它说:'小餐桌,快撑开!'小桌上就会摆满美味佳肴和令人胃口大开的美酒。把我们的亲戚朋友都请来,让他们也尽情享受一下吧,桌上的东西可以让大家都吃个够。"
大家都应邀而来,他将桌子摆在房子中央,说:"小餐桌,快撑开!"可小桌毫无反应,桌上仍是空空如也,和其他桌子一样。 这位可怜的小伙子这才发现桌子被人调包了。 他万分羞愧,觉得自己好像是个骗子。 亲戚们也嘲笑他,然后既没吃也没喝就回去了。 父亲又重操旧业维持生计,小伙子也到一个师傅那儿干活去了。
再说二儿子来到一个磨坊师傅那里当学徒。 期满时,师傅说:"因为你表现很好,我送你一头驴。它既不拉车也不驮东西。""那它会干什么呢?"小伙子问。 "它会吐金子。只要你将它牵到一块布上对它说:'布里科布里特',它前面吐的后面拉的全是金币。""这真是个宝贝。"于是他谢过师傅,就去周游世界了。 每当需要钱用时,他就对驴子说"布里科布里特",金币就像下雨一般落下来,他只需要从地上捡起来就是了。 不管走到哪儿,他总是要最好的、最贵的东西,因为他的钱包总是鼓鼓的。 这样过了一段日子后,他想:我该回去看看父亲了,我带上这金驴子回去,他一定不会再生气,而且会好好款待我的。
他刚巧来到他兄弟曾住过的那家旅店,就是偷换了小餐桌的那家。 当店主要接过他手中的缰绳拴牲口时,他紧紧抓住缰绳说:"不用了,我自己牵它去牲口棚吧。我知道它必须拴在什么地方。"
店主人感到很奇怪,认为一个要亲自照料牲口的人准没什么钱。 可是当陌生人从口袋里掏出两块金币,让他去给他买些好吃的东西时,店主惊愕得瞪大了眼睛,然后跑出去为他买了最好的食品。 吃过之后,客人问还欠多少钱,店主想要双倍的价钱,就说还得多付几个金币。 小伙子伸手到口袋里去掏,可钱刚好用完了。
"店主先生,请您稍等片刻,我去取钱来。"说完就拿起一块台布走了。
店主不知道这是什么意思,很好奇地悄悄跟在后面想看个究竟。 因为客人把牲口棚的门闩上了,他只好从墙上的一个小孔往里看。 只见陌生人将桌布铺在地上,让驴子站在上面,喊了声"布里科布里特",驴子立刻前吐后拉,金币像雨点般落下。
"天哪!金币转眼就铸好了,这样的钱包可真不赖呢!"
客人付完房钱躺下睡了。 夜里,店主偷偷溜进牲口棚,牵走了"钱大王",而在原来的地方拴了一匹普通驴子。 第二天一大早,小伙子牵着驴子走了,以为自己牵的是金驴。 中午时分,他来到了父亲身边,父亲见到他十分快乐,很愿意让他回家。
老人问:"孩子,你现在做哪一行?"儿子回答说:"亲爱的爸爸,我是磨坊师傅了。""你旅行回来带了什么回家?""带了一头驴子。"父亲说:"这里多的是毛驴,我情愿要头温驯的羊。"儿子说:"可我带回来的不是普通驴子,而是一头金驴。只要我对它说:'布里科布里特',这头听话的牲口就会吐出满满一包金子。你把亲戚们都找来,我让他们都成为富翁。"裁缝说:"我很乐意。这样我就不用再操针线劳顿了。"他自己跑去将亲戚都找了来,等大家到齐后,磨坊师傅让他们坐下,在地上铺了一块布,把驴子牵了进来。 "现在请注意!"说着他对驴子喊了声"布里科布里特"。 然而驴子没吐也没拉出任何金币,说明这牲口对此一窍不通,因为并非所有驴子都能吐出金币的。 这位可怜的磨坊师傅拉长了脸,知道被骗了,于是请求亲友们原谅。 他们散去时和来的时候一样穷。
且说老三在一个旋工那儿当学徒,因为这门手艺技术性强,他学的时间也最长。 他的两个哥哥在一封信中将他们的不幸遭遇告诉了他,说他们在回家前最后一夜住的那家旅店的店主如何偷换了他们的宝物。 出师时,因为他学得好,师傅送给他一个口袋,对他说:"口袋里有根棍。""口袋或许有用,我可以带上,可棍子除了增加我的负担还有什么用?"师傅回答说:"我这就告诉你,如果有人欺负了你,只要说声'棍子,出袋!'它就会自动跳出来,在欺负你的人背上乱敲乱打,让他们一个星期都动弹不得。直到你说'棍子,回袋!'
它才会打住。 "
徒弟谢过师傅,背上口袋。 如果有人逼近了想欺负他,他就说:"棍子,出袋!"棍子立刻就会跳出来,在那人身上痛打一阵,直打得他们的外套掉下来。 动作那么快,往往不等对方反应过来就已经敲打上了,一直要等到主人喊:"棍子,回袋!"才罢休。
那天傍晚,他来到两个哥哥受过骗的那家旅馆。 他将背包放在面前的桌子上,开始讲述世人千奇百怪的经历。 他说:"人们不难找到一张会摆酒菜的小餐桌,一头会吐金币的驴子,我也并不是看不起这些极好的宝物,可它们和我包里这宝贝比起来就差远了。这东西我是走到哪儿背到哪儿。"
店主尖起耳朵听着,想:"到底是什么东西呢?袋子里准装满了宝石。我一定要弄到手,好事三三来嘛!"睡觉时,客人躺在长板凳上睡,将袋子枕在头下面当枕头。 店主估摸着他已经睡熟了,就溜过来,小心翼翼地又是推又是拖,想把口袋抽出来,换上另外一个。 旋工早在等着他了。 趁他正想用力往外拖的当口喊了声:"棍子,出袋!"小棍子立刻跳了出来,对着店主就是一阵痛打。 店主一个劲地求饶,可他的喊声越大,棍子敲打得也越猛越狠,最后他终于趴在地上起不来了。 旋工说:"假如你不交出会摆酒菜的小餐桌和会吐金币的驴子,棍子会重新跳起舞来的!。""哦,千万别!"店主低声下气地说,"我什么都愿意交出来,只求你让那魔棍回到口袋里去。"旋工说:"我暂且可怜你,可你要当心别再做坏事!"然后喊,"棍子,回袋!"棍子这才停了。
第二天一早,旋工带着会摆酒菜的餐桌,牵着会吐拉金币的驴子回到了家。 裁缝见到他很高兴,同样也问他在外都学了些什么。 他回答说:"亲爱的爸爸,我现在是个旋工。"父亲说:"这是个技术活。那么你从旅途中带了什么回来?"儿子回答说:"一件珍贵的东西……口袋里的一根棍子。"
"什么?棍子!"父亲喊了起来,"这值得你费力气背回来吗?哪棵树上不可以砍一根!""亲爱的爸爸,"儿子解释说:"这棍子不同一般,只要我喊声:'棍子,出袋!',它就会跳出来,狠狠地教训那些不怀好意的家伙,直打得他们躺在地上求饶为止。你看,我就是用这根棍子把哥哥们被店主骗去的餐桌和金驴夺回来了。现在你去把他们叫来,也把亲友们找来,我要设宴款待他们,还要使他们的钱袋装得鼓鼓的。"
老裁缝不太相信,可还是把亲友们召来了。 旋工在地上铺了一块布,牵来会吐金币的驴子,对哥哥说:"亲爱的哥哥,你来对他说吧。"磨坊师傅说了句"布里科布里特",金币立刻哗啦啦落了下来,像下了一场暴雨,直到每个人都拿不下了才打住。 (从你们的表情我看出来你们也很想在场)旋工然后取出餐桌,对另一位哥哥说:"亲爱的哥哥,你来对它说吧。"木工刚说出:"小餐桌,快撑开!"只见桌上已经摆满了精致的碗呀盆的,全是美味佳肴。 好裁缝家可从来没有吃过这么精美的饭食,亲友们一直聚会到深夜才走,个个兴高采烈,心满意足。 裁缝将他用过的针线、板尺、烙铁等通通锁进了柜子,和三个儿子愉快地生活在一起。
那头挑拨裁缝赶走儿子们的羊最后怎么样了? 我这就告诉你们:它为自己被剃光了头感到难为情,因而跑到一个狐狸洞里藏了起来。 狐狸回来时,看到黑暗中有两道光向它逼来,吓得逃跑了。 一只熊遇到了狐狸,看到它那副失魂落魄的样子,就问:"狐狸老弟,你怎么这副愁眉苦脸的样子呀?"狐狸回答说:"有只凶猛的野兽蹲在我的洞穴里,两只冒火的眼睛虎视眈眈地盯着我。""我们这就去把它撵走!"熊说着就和狐狸一起来到它的洞穴,向里窥探。 当它看到那双冒着火似的眼睛时,也感到了一阵恐惧,它也不想和这样一只野兽交战,于是掉头跑了。 小蜜蜂看到它,觉得它心神不宁,于是问:"大熊,你怎么这么愁眉苦脸的?你的快乐劲儿呢?"熊回答说:"说起来倒轻巧,红孤家有只双眼冒火的野兽,我们赶它又赶不走。"蜜蜂说:"大熊啊,我很同情你们。尽管我是个可怜的小动物,平时你们都不屑看我一眼,但是我相信自己能帮你们。"它飞进红狐的洞穴,停在羊那剃光了毛的头顶上,狠狠地蛰了它一下,疼得羊一蹦老高,疯了一般"咩……咩……"叫着冲了出来,逃走了。 这会儿谁也不知道它在哪儿了。