Baykuş


El búho


Birkaç yüz yıl önce, yani insanların bugünkü gibi kurnaz, çakal ve üçkâğıtçı olmadığı zamanlarda, ufak bir kasabada tuhaf bir olay gerçekleşti. Civardaki ormandan gelen puhu da denilen kocaman baykuşlardan biri bir vatandaşın samanlığına girdi. Öbür kuşlar onu gördüğünde hep ciyak ciyak bağrıştıkları için baykuş bütün gece saklandığı yerden çıkmaya korktu. Ertesi sabah seyis, yem almak için samanlığa geldiğinde, bir köşede tünemiş olan o heybetli baykuşu görünce oradan kaçarak efendisine, şimdiye kadar hiç rastlamadığı bir canavarın samanlıkta tünediğini haber verdi. Bu canavar gözlerini dört bir yana çevirerek önüne geleni yutacak kadar korkunç bir şeymiş!
Ama efendisi, "Ben seni iyi tanırım! Tarlada karatavuk kovalamaya kovalarsın da, ölü bir tavuk görsen, yanına yaklaşırken eline değnek alırsın! Şu canavar dediğin şeyi ben kendi gözlerimle bir göreyim bakalım" diyerek hiç korkmadan samanlığa girdi ve etrafına bakındı. Ama bu acayip ve korkunç hayvanı görünce en azından seyis kadar o da korktu. Birkaç adımda dışarı fırlayarak komşusuna gitti ve bilinmedik ve korkunç bir hayvana karşı ondan yardım istedi. Güya bu kuş bulunduğu yerden dışarı çıkarsa tüm kasaba tehlike altında kalacaktı!
Tüm sokaklarda halk ayağa kalktı; bağıra çağıra, ellerindeki diren, tırpan ve baltalarla düşmana doğru ilerledi. Başı belediye başkanı ve belediyede çalışanlar çekmekteydi. Hepsi samanlığın etrafını çevirdi. İçlerinden en yiğidi elindeki kargıyla içeri girdi, ama ölü gibi bembeyaz bir suratla tekrar dışarı fırladı ve ağzından tek laf çıkmadı. İki kişi daha şansını denedi, ama onların da başına aynı şey geldi.
Derken, savaşta gösterdiği kahramanlıklarla ünlü, iri yarı ve güçlü bir adam, "Canavarı lafla kaçıramazsınız! Palavrayı bırakalım! Ama bakıyorum hepiniz korkak fareler gibisiniz, tabansızsınız" dedi. Zırhını, kılıcını ve kargısını getirtti, onları giyinip kuşandırdı. Herkes onun cesaretini övdü, aynı zamanda da canını tehlikeye attığı için endişe duydu.
Samanlığın iki kapısını da açtılar; kirişlerden birine tünemiş olan baykuş göründü.
Cesur adam bir merdiven getirtti, sonra onu döşeme kirişlerinden birine dayadı ve çıkmaya hazırlanırken herkes ona cesaret verdi, korkmamasını ve canavarı öldüren kutsal George'u örnek almasını önerdi.
Adam merdivenden tırmanıp ta tepeye varınca baykuşla karşı karşıya geldi. Ona yaklaşmak isterken aşağıdakilerin bağrışlarından ve sayıca çokluğundan ürken hayvan, nereye kaçacağını bilemedi; gözlerini döndürdü, tüylerini kabarttı, kanatlarını ardına kadar açtı ve gagasını tıkırdattıktan sonra huuu! huuu! diye boğuk bir ses çıkardı.
Herkes "Vur! Vur onu" diye bağrıştı.
Adam bir basamak daha çıkmak üzere ayağını kaldırmışken birden titremeye başladı ve yarı baygın şekilde arka üstü yere düştü.
Artık kimse canını tehlikeye atmak istemedi.
"Canavar, en güçlü adamımızı kanatlarıyla, tıslamalarıyla ve gagasıyla ölümcül yaraladı. Hayatımızı şansa mı bırakalım yani?" diye tartıştılar. Şehrin mahvolmaması için ne yapmak gerektiği konusunda fikir yürüttüler. Uzun bir süre hiçbir şey yapamadılar. Sonunda belediye başkanı bir çare buldu.
"Bana kalırsa zarar etmemeleri için samanlıktaki arpa ve buğday dolu çuvallarla samanların sahiplerine bunların karşılığında para verelim. Sonra da samanlığı, içindeki bu korkunç canavarla birlikte ateşe verelim. Böylece kimsenin hayatını tehlikeye atmamış oluruz! Bu fırsatı kaçırmayalım; cimriliğin sırası değil şimdi" dedi.
Herkes ona hak verdi. Neyse, dört bir yanından ateşe verdikleri samanlık tamamen yanarken baykuş da bağıra bağıra can verdi. Buna inanmayan varsa, gitsin oraya kendisi sorsun!
Un par de siglos atrás, la gente no era tan lista y avisada como es ahora, ni mucho menos. Pues por aquellos días sucedió en una pequeña ciudad el extraño acontecimiento que voy a contaros.
Un anochecer llegó de un bosque próximo una de esas grandes lechuzas que solemos llamar búhos o granduques, y fue a meterse en el granero de un labrador, donde pasó la noche. A la mañana siguiente no se atrevió a abandonar su refugio, por miedo a las demás aves, que, en cuanto la descubren, prorrumpen en un espantoso griterío.
Cuando el mozo de la granja subió al granero por paja, asustóse de tal modo al ver al búho posado en un rincón, que escapó corriendo y dijo a su amo que en el pajar había un monstruo como no viera otro semejante en toda su vida; movía los ojos en torno a la cabeza, y era capaz de tragarse a cualquiera sin cumplidos.
- Ya te conozco - respondió el amo -. Eres lo bastante valiente para correr tras un mirlo en el campo; pero en cuanto ves un pollo muerto, te armas de un palo antes de acercarte a él. Tendré que subir yo mismo, a averiguar qué monstruo es ése que dices.
Y dirigiéndose, animoso, al granero, echó una mirada al lugar indicado, y al descubrir al extraño y horrible animal,
entróle un espanto parecido al de su criado. Bajó en dos saltos y corrió a alarmar a los vecinos, pidiéndoles asistencia contra un animal peligroso y desconocido, que podía poner en peligro a toda la ciudad si le daba por salir de su granero.
Movióse gran alboroto y griterío en las calles. Los burgueses acudieron armados de chuzos, horquillas, hoces y hachas, como si se tratase de presentar batalla a algún formidable enemigo. Luego se presentaron también los miembros del Consejo, con el burgomaestre a la cabeza, y, una vez formados todos en la plaza del mercado, iniciaron la marcha hacia el granero y lo rodearon por todas partes. Adelantóse entonces uno de los más bravos y entró pica en ristre; pero inmediatamente volvió a salir, pálido como un muerto e incapaz de proferir palabra tras el grito de espanto que le había arrancado la vista del monstruo. Otros dos se aventuraron a probar suerte, pero retrocedieron tan aterrorizados como el primero.
Finalmente, avanzó un individuo alto y forzudo, famoso por sus hazañas guerreras, y dijo:
- Con sólo mirarla no ahuyentaréis esa bestia monstruosa. Hay que actuar en serio; mas veo que todos sois unas mujerzuelas y que nadie se atreve a ponerle el cascabel al gato.
Pidió que le prestasen una armadura, espada y pica, y se aprestó al combate. Todos ensalzaron su valor, y eran muchos los que temían por su vida. Abrieron la doble puerta del granero y apareció el búho, que, entretanto, se había posado en uno de los grandes travesaños. Mandó él que trajesen una escalera de mano, y cuando la colocó y se dispuso a encaramarse en ella, todos lo animaron a gritos y lo encomendaron a San Jorge, el matador del dragón. Llegado arriba, cuando el búho comprendió sus propósitos agresivos, turbado, además, por el griterío de la multitud y no viendo el medio de escapar, empezó a girar los ojos, erizó las plumas, desplegó las alas y, castañeando con el pico, con voz ronca lanzó su grito:
"¡Chuhú, chuhú!".
- ¡Embístele, embístele! - gritaba la gente desde abajo al esforzado héroe.
- Si estuvierais aquí conmigo - respondió él -, a buen seguro que no gritaríais así. - Subió otro peldaño; pero entróle un fuerte temblor y emprendió la retirada, casi desmayado.
Ya no quedaba nadie dispuesto a arrostrar el peligro.
- Este monstruo - decían -, con sólo su grito y su aliento ha envenenado y malherido al más fuerte y valiente de nuestros hombres. ¿Vamos también a exponer la vida de los demás?
Deliberaron acerca de lo que convenía hacer para evitar la ruina de la ciudad. Durante buen rato nadie encontró remedio; hasta que, por fin, el alcalde dijo.
- Mi opinión es la de que todos contribuyamos a indemnizar al propietario el valor de este granero con todo lo que contiene, grano, paja y heno, y le peguemos fuego para que se incendie todo con la terrible bestia; de esta manera, nadie habrá de exponer su vida. Es un caso en que no hay que andarse con reparos; la tacañería sería contraproducente.
Todo el mundo se declaró conforme con la proposición e incendiaron el pajar por los cuatro costados, y junto con él quedó el pobre búho reducido a cenizas. Y el que no quiera creerlo, que vaya a preguntarlo.