Allerleirauh hay là công chúa lốm đốm


Binderili


Ngày xửa ngày xưa có một ông vua. Hoàng hậu tóc vàng xinh đẹp tới mức chẳng có ai trên trần gian này có thể so sánh nổi.
Lần ấy hoàng hậu ốm và biết rằng mình chẳng sống bao lâu nữa. Hoàng hậu nói với nhà vua:
- Sau khi thiếp qua đời thì hoàng thượng chỉ nên kết hôn với người nào đẹp như thiếp và có mái tóc vàng như thiếp. Thiếp chỉ mong muốn như vậy.
Nhà vua rất buồn và chẳng ai có thể an ủi được và cũng chẳng nghĩ tới lấy hoàng hậu thứ hai. Cả hoàng cung cuối cùng tâu trình:
- Hoàng thượng cần kết hôn chứ để như thế này không được. Phải có hoàng hậu sống bên hoàng thượng mới được.
Sứ giả được cử đi khắp nơi trong nước để tìm một cô dâu xinh đẹp như hoàng hậu đã khuất núi. Tìm khắp trong nước chẳng được một ai, được người đẹp như hoàng hậu thì lại không có mái tóc vàng. Các sứ giả lần lượt trở về mà không được việc gì cả.
Năm tháng trôi qua, con gái của hoàng hậu khi xưa giờ đã trưởng thành, nom xinh đẹp như hoàng hậu và cũng có mái tóc vàng.
Có lần nhà vua nhìn thấy con gái mình sao mà giống mẹ như đúc. Nhà vua bỗng thấy hết sức yêu thương và nói với toàn thể hoàng cung:
- Trẫm muốn lấy con gái mình, vì đó chính là hình ảnh của hoàng hậu khi xưa. Trẫm chẳng thấy có ai đẹp sánh bằng.
Cả hoàng cung giật mình hoảng sợ và thưa:
- Trời cấm cha lấy con gái. Từ tội lỗi đó sẽ sinh ra những điều xấu. Đất nước sẽ rơi vào cảnh hoang tàn.
Cô con gái hết sức kinh hãi khi nghe được tin ý định của nhà vua. Nàng hy vọng có thể lay chuyển được ý định đó. Nàng thưa với vua cha:
- Trước khi con thực hiện đúng ước vọng của vua cha, con muốn có ba chiếc áo, chiếc vàng óng như mặt trời, chiếc ánh bạc như mặt trăng, chiếc lóng lánh như sao trên trời. Ngoài ra con còn muốn có chiếc áo khoác mùa đông được tạo bởi hàng ngàn miếng lông thú có trong vương quốc này.
Nàng nghĩ: "Làm sao mà kiếm được những thứ đó. Chỉ có vậy mới mong vua cha từ bỏ ý định tồi tệ kia."
Nhà vua thì vẫn cứ theo đuổi ý định của mình. Những phụ nữ khéo tay nhất được giao dệt vải may ba chiếc áo, chiếc vàng óng như mặt trời, chiếc ánh bạc như mặt trăng, chiếc lóng lánh như sao trên trời. Thợ săn trong cả nước được giao săn bắt các loài thú để có lông may chiếc áo khoác mùa đông bằng hàng ngàn miếng lông thú.
Cuối cùng thì chiếc áo khoác mùa đông bằng hàng ngàn miếng lông thú cũng đã làm xong. Nhà vua đưa cho con gái xem và nói:
- Ngày mai hôn lễ sẽ được cử hành.
Công chúa thấy không còn hy vọng gì trong việc lay chuyển ý định của vua cha. Nàng quyết định trốn đi.


Dịch: Lương Văn Hồng, © Lương Văn Hồng
Bir zamanlar bir kralın altın saçlı bir karısı vardı. Kadın o kadar güzeldi ki, dünyada bir eşi daha yoktu. Derken günün birinde hastalandı ve öleceğini hissedince kralı çağırarak ona şöyle dedi: "Ben öldükten sonra tekrar evlenmek istersen, benim kadar güzel olmayan ve benim gibi altın saçları olmayan biriyle evlenme. Bu konuda bana söz ver."
Kral söz verdikten sonra karısı hayata gözlerini yumdu. Kral uzun süre yas tuttu ve ikinci bir kadın almayı düşünmedi bile. Ama bir süre sonra vezirler, "Bu böyle gitmez. Kral yeniden evlenmeli ki, bir kraliçemiz olsun" diyerek kralı evlenmeye ikna ettiler. Bunun üzerine, ölen kraliçe kadar güzel bir gelin bulmak için ülkenin her yanına elçiler gönderildi. Ama böyle birini hiçbir yerde bulamadılar. Böylece elçiler elleri boş geri döndü.
Ama kralın bir kızı vardı; güzellikte annesinden bir eksiği yoktu. Üstelik onun da tıpkı annesi gibi altın saçları vardı. Buluğ çağma girince kral onu şöyle bir süzdü ve ölen eşine ne kadar benzediğini görünce içinde ona karşı aşırı bir sevgi uyandı.
Vezirlerine, "Ben kızımla evleneceğim. Kendisi ölen eşime çok benziyor. Yoksa ona benzeyen bir kadın bulamayacağım" dedi.
Vezirler bunu duyunca dehşete kapılarak, "Tanrı bir babanın kızıyla evlenmesini yasaklamıştır; böyle bir günah işlenirse sonucu kötü olur, ülkemiz mahvolur" dediler.
Kız babasının bu kararını duyunca daha da çok dehşete kapıldı, ama onu bu niyetinden vazgeçireceğine dair umutluydu.
Babasına, "İsteğinizi yerine getirmeden önce üç tane elbise istiyorum; bir tanesi güneş gibi altından, öbürü ay gibi gümüşten olsun; üçüncüsü de yıldızlar kadar parlak olsun. Ayrıca bir de deri manto istiyorum; ama ülkenizdeki her hayvan kendi derisinden bir parçacık verecek" dedi. "Bunları yerine getirmek imkânsız. O zaman babam da bu niyetinden vazgeçer" diye düşündü.
Ama kral vazgeçmedi. Ülkesindeki en becerikli bakire kızlara üç tane elbise sipariş etti; birincisi altından, İkincisi gümüşten, üçüncüsü de yıldızdan dikilecekti. Daha sonra avcılarına ülkedeki tüm hayvanları yakalattırarak derilerinden birer parçacık aldırttı. Bunların dikilmesi çok büyük bir işçilik gerektirdi. Kral her şey bittikten sonra elbiseleri getirterek kızın önüne serdi ve "Yarın düğün olacak" dedi.
Kralın kızı, tüm umutlarının boşa çıktığını ve babasını ikna edemeyeceğini görünce kaçmaya karar verdi. Gece herkes uyurken kalktı ve yanına en çok değer verdiği üç şeyi aldı: altın bir yüzük, altın bir çıkrıkçık ve altın bir makara. Güneş, ay ve yıldızdan yapılma elbiselerini küçük bir zembile koydu, deri mantosunu giydi. Eline bir parça kurum alıp yüzünü siyaha boyadı. Sonra Tanrı'ya dua ederek saraydan ayrıldı. Bir ormana gelinceye dek bütün gece yürüdü. Yorulunca da bir ağacın kovuğunda yatıp uyudu.
Güneş doğduğunda o hâlâ uyuyordu; gün boyunca da uyumaya devam etti. Bu arada kral ormanda ava çıkmıştı. Köpekleri prensesin sığındığı ağacın olduğu yere gelince etrafı kokladılar, çevrede dolaşarak havladılar. Kral avcılarına, "Oraya hangi vahşi hayvan sığınmış bakın bakalım" diye emir verdi. Avcılar bu emre uydu ve geri döndüklerinde, "O ağacın kovuğunda şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir hayvan yatıyor; üzeri bin çeşit deriyle kaplı. Orada yatmış uyuyor" dediler.
"Onu canlı yakalayabilirseniz bağlayıp buraya getirin" dedi kral. Kız, avcılar ona dokunur dokunmaz feryadı basarak uyandı ve onlara "Ben annesi ve babası tarafından terk edilmiş fakir bir çocuğum. Acıyın bana n'olur, beni alıp götürmeyin" diye yalvardı. Bunun üzerine avcılar, "Binderili, sen mutfakta iyi iş görürsün. Bizimle gel, ocağın küllerini temizlersin" deyip onu arabaya bindirdiler ve kralın sarayına getirdiler. Onu orada merdiven altında, gün ışığı görmeyen bir ahıra attılar. "Kıllı yaratık, sen ancak burada kalıp uyursun" dediler.
Daha sonra kız mutfakta çalıştı, odun ve su taşıdı, ocağı yaktı, tavukların tüyünü yoldu, sebzeleri temizledi, külleri süpürdü ve ne kadar pis iş varsa yaptı. Uzun bir süre böyle yokluk içinde yaşadı. Vah kralın güzel kızı, ne olacak senin halin böyle!
Derken sarayda bir şölen düzenlendi. Bunun üzerine kız aşçıya, "Ben de yukarı çıkıp bakayım mı? Kapının dışında durup bakarım, olur mu?" diye sordu. Aşçı "Olur. Hadi git bakalım. Ama yarım saat sonra buraya dönüp külleri temizleyeceksin" dedi.
Bunun üzerine kız yağ lambasını eline alarak ahıra gitti ve deri mantosunu giydi. Ellerini ve yüzünü temizledi; öyle ki, tüm güzelliği yine meydana çıktı. Sonra torbasını açarak içinden güneş gibi ışıldayan elbisesini çıkarıp giydi. Ondan sonra da şölen yapılan salona gitti. Herkes ona yol verdi. Kimse onu tanımamıştı ve herkes onu bir kral kızı sandı. Kral onun yanma yanaşarak ellerini uzattı ve onunla dans etti. "Şimdiye kadar gözlerim böyle bir güzellik görmedi" diye geçirdi içinden. Dans bittiğinde kız onun önünde eğildi. Kral etrafına bakınadururken o ortadan kayboluverdi. Kimse nereye gittiğini bilemedi. Sarayın önündeki nöbetçileri çağırıp sordular, ama kimse genç kızı görmemişti.
Oysa o ahıra çekilerek hemen üstünü değiştirmiş, yüzünü ve ellerini siyaha boyamış, deri mantosunu saklayıp yeniden Binderili olmuştu. Mutfağa geçerek işe başladı. Külleri temizlerken aşçı ona, "Onu bırak, yarına kalsın. Bana kral için bir çorba pişir. Ben de biraz yukarı çıkıp bakmak istiyorum. Ama sakın çorbaya saçın düşmesin, yoksa sana yemek vermem" dedi.
Aşçı çekip gitti. Binderili krala bir çorba yaptı; sonunda ortaya nefis bir papara çıktı. Ardından hemen ahıra gitti, oradan altın yüzüğünü alarak onu çorba için hazırlanmış kâsenin içine koydu. Dans sona erdiğinde kral paparayı getirtti ve afiyetle yedi. Çorba o kadar hoşuna gitti ki, hiç bu kadar güzel bir çorba içmediğini söyledi. Kâsenin dibine geldiğinde altın bir yüzük gördü, ama oraya kimin koyduğunu anlayamadı. Bunun üzerine aşçıyı çağırmalarını emretti. Bu emri duyan aşçı çok korktu ve Binderili'ye, "Herhalde çorbaya saçın düştü. Eğer öyleyse sağlam bir dayağı hak ettin demektir" dedi.
Kral, aşçı huzuruna varınca çorbayı kimin yaptığını sordu. "Ben yaptım" diye cevap verdi aşçı. Kral "Bu doğru değil, çünkü bu çorba her zamankinden çok farklı ve çok daha lezzetli" dedi. Bunun üzerine aşçı "Doğrusunu isterseniz bunu ben pişirmedim, Binderili yaptı" diye itiraf etti. Kral "Çabuk getirin onu bana" dedi.
Binderili geldiğinde kral "Kimsin sen?" diye sordu. "Ben artık annesi ve babası olmayan fakir biriyim" dedi kız. Kral yine sordu: "Benim sarayımda ne arıyorsun?" Kız cevap verdi: "Ben hiçbir işe yaramayan, kafasına çizme fırlatılası kızın tekiyim."
Kral yine sordu: "Çorbanın içindeki yüzüğü nereden buldun?" - "Yüzükten haberim yok!" diye cevap verdi kız. Kral bir şey öğrenemeyince onu geri gönderdi.
Bir süre sonra yeni bir şölen düzenlendi. Binderili bu şöleni görmek için aşçıdan yine izin istedi. Aşçı "Tamam, ama yarım saat sonra dön ve krala o çok beğendiği çorbadan yap" dedi.
Kız hemen ahıra koştu, çarçabuk yıkandı, ay gümüşü elbisesini giydi. Sonra şölen salonuna çıktı, tıpkı bir kral kızı gibiydi. Kral ona yaklaştı, onu tekrar gördüğü için sevinmişti. Derken dans etmeye başladılar. Ama dans sona erdiğinde kız yine ortalıktan kayboluverdi. Kral onun nereye gittiğini fark etmedi bile.
Kızsa hemen ahıra dönerek tekrar Binderili kıyafetine büründü ve papara yapmak için mutfağa geçti. Aşçı yukarıdayken altın çıkrıkçığı çorbanın içine atıverdi. Daha sonra çorbayı kralın önüne getirdiler. Kral çorbayı içti ve geçen seferki gibi yine tadına doyamadı. Hemen aşçıyı çağırttı.
Aşçı tıpkı önceki seferde olduğu gibi çorbayı Binden- li'nin pişirdiğini söylemek zorunda kaldı. Kızı yine kralın karşısına çıkardılar; ama kız yine kendisinin hiçbir işe yaramayan, kafasına çizme fırlatılası kızın teki olduğunu ve altın çıkrıktan haberi olmadığını söyledi.
Kral üçüncü kez bir şölen düzenlediğinde aynı şeyler tekrarlandı. Aşçı bu kez, "Sen bir büyücüsün Binderili. Çorbanın içine her seferinde öyle bir şey atıyorsun ki, kralın hoşuna gidiyor ve çorbayı benimkinden daha güzel buluyor" dedi. Ancak kız o kadar yalvardı ki, aşçı bir süreliğine salona gitmesine razı oldu.
Kız yıldızlar kadar parlak elbisesini giydi ve öylece salona daldı. Kral yine onunla dans etti ve kendi kendine hiç bu kadar güzel bir kız görmediğini itiraf etti. Dans sırasında da hiç belli etmeden onun parmağına altın yüzüğü geçiriverdi ve dansı uzattıkça uzattı. Dans bittiğinde kızı ellerinden yakalamak istediyse de kız kendini kurtararak hemen davetlilerin arasına karıştı ve onların gözü önünde kaybolup gitti. Tıknefes merdiven altındaki ahıra koştu, ama geç kaldığı için, yani yarım saatten fazla kaldığı için üstünü değiştirecek vakit bulamadı. Bu yüzden deri mantosunu üzerine çekiverdi. O telaşla elini yüzünü de tam olarak siyaha bulayamadı; bir parmağı beyaz kaldı.
Hemen mutfağa koşarak krala çorbasını yaptı ve aşçı yokken içine altın makarayı atıverdi. Kral o makarayı kâsenin dibinde bulunca Binderili'yi çağırttı; bu kez dans ederken yüzük taktığı kızın parmağındaki beyazlığı fark etti. Onun elini yakalayarak sımsıkı tuttu; kız kurtulup kaçmaya çalışırken deri mantosu üzerinden kayıverdi ve yıldız elbisesi pırıl pırıl ortaya çıktı. Kral mantoyu çekip çıkardı. Bu kez o şahane altın saçlar meydana çıktı. Artık saklanacak bir şey kalmamıştı. Kızın yüzündeki kurumu ve külleri temizlediklerinde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek kadar güzel bir yüz çıktı meydana.
Bunun üzerine kral, "Sen benim sevgili eşim olacaksın ve asla birbirimizden ayrılmayacağız" dedi. Bunun üzerine düğün yapıldı ve ikisi de ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşadı.