Usta Avcı


腕のいい狩人


Bir zamanlar genç bir oğlan vardı, meslek olarak çilingirlik öğrenmişti. Bir gün babasına artık dünyayı dolaşmak istediğini söyledi. Babası, "Buna sevindim, iyi fikir!" dedi. Bu seyahat için ona para da verdi.
Oğlan yola çıkarak kendine iş aradı. Çilingir olarak hiçbir yerde dikiş tutturamayınca avcılığa merak sardı. Derken günün birinde yeşil elbiseli bir avcıyla karşılaştı; adam ona nereden gelip nereye gittiğini sordu. Oğlan çilingir olduğunu, ama artık mesleğinden hoşlanmadığını, avcılığı öğrenmek istediğini söyleyerek kendisini yanına alıp alamayacağını sordu.
"Benimle gelmek istersen olur!" dedi avcı.
Oğlan onunla gitti, yıllarca yanında çalışarak avcılığı öğrendi. Avcı ona ödül olarak bir av tüfeği verdi; öyle özel bir tüfekti ki bu, insan onunla her attığını vuruyordu. Ve oğlan vedalaştıktan sonra oradan ayrıldı.
Oğlan koskoca bir ormana geldi, öyle ki bir günde öbür ucuna varamadı.
Akşam olunca vahşi hayvanlardan korunmak için bir ağaca çıktı. Gece yarısına doğru ta uzakta sanki ufak bir ışık gördü. Ağaç dalları arasında ışığın geldiği yönü saptadı. Sonra başındaki şapkayı o yöne doğru fırlattı. Böylece ağaçtan indikten sonra gideceği yolu belirledi. Sonra ağaçtan inerek dosdoğru yürüyüp şapkasını buldu ve başına geçirdi. Yürüdükçe ışık büyüdü ve iyice yaklaştığında koskocaman bir ateş yakıldığını gördü. Bu ateşin başında üç tane dev şişe geçirilmiş bir öküz kızartıyordu. Bir tanesi, "Şunun tadına bakayım, iyi kızarmış mı?" diyerek bir parça et kesip ağzına yaklaştırdı. Ama aynı anda avcı devin elindeki eti vurup yere düşürdü.
Dev, "Rüzgâr savurdu" diye homurdanarak bir parça daha aldı. Tam ağzına atacağı sırada avcı onu da vurup yere düşürdü. Bu kez dev, yanında oturana bir tokat atarak, "Ne diye benim etimi alıyorsun?" diye öfkeyle söylendi.
"Ben almadım, keskin bir nişancı ateş etti herhalde" diye cevap verdi.
Dev üçüncü parçayı ağzına atacakken olmadı, o da yere düştü, çünkü avcı yine ateş etmişti. Bu kez devler, "Bu adam müthiş bir nişancı, işimize yarayabilir" dediler ve "Nişancı, gel ateş başına, yemek ye! Sana bir şey yapmayacağız!" diye seslendiler.
Oğlan yanaşarak kendisinin usta bir avcı olduğunu ve her attığını vurduğunu anlattı. Devler kendileriyle gelirse rahat edeceğini söylediler. Ormanın dışında büyük bir nehir varmış, nehrin başında da bir kule; o kulede bir prenses kalıyormuş. Niyetleri onu kaçırmakmış!
"Olur!" dedi oğlan. "Onu kaçırıldı bilin!"
Devler devam etti: "Ama bu iş o kadar kolay değil! Avluda bir köpek var, kim yanına yaklaşırsa havlamaya başlıyor. Kuledeki muhafızlar da hemen uyanıyor. Bu yüzden biz yaklaşamıyoruz. Sen o köpeği vurabilir misin?"
"Bu iş benim için çocuk oyuncağı!" dedi oğlan. Bir kayığa binerek kuleye yaklaştı. Karaya ayak basar basmaz köpek ona doğru koşmaya başladı; tam havlayacakken oğlan tüfeğini omuzladığı gibi ateş etti ve hayvanı öldürdü.
Devler bunu görünce sevindi, artık prensesi ele geçirdik diyorlardı. Ama avcı oğlan önce bu işi nasıl yapabileceğini görmek için devlere dışarıda beklemelerini, kendilerini daha sonra çağıracağını söyledi. Sonra kuleye girdi. Her taraf sessizdi, herkes mışıl mışıl uyuyordu.
Birinci odaya girdiğinde duvarda asılı bir pala gördü; saf gümüşten yapılmıştı ve üzerinde altın harflerle kralın ismi yazılıydı. Palanın önündeki masada mühürlü bir mektup vardı; açıp okudu. Kim bu palayı alırsa karşısına her çıkanı öldürebilirdi!
Palayı duvardan alarak kuşandı ve sonra içinde prensesin uyumakta olduğu ikinci odaya girdi. Kız o kadar güzeldi ki, oğlan durup ona baktı ve sanki nefesi kesildi. Kendi kendine "Bu güzel kızı nasıl devlere veririm ben! Zaten niyetleri kötü!" diye söylendi. Etrafına bakındı, yatağın altında bir çift terlik vardı. Sağ terlikte bir yıldızla kızın babasının adı, soldakinde yine bir yıldızla kızın adı yazılıydı. Kızın boynunda altın sırmalı büyük bir ipek atkı vardı; bu atkının sağ tarafına babasının adı, sol tarafına da kendi adı altın harflerle işlenmişti.
Avcı eline bir makas alarak atkının sağ yanını keserek zembiline attı, kralın isminin yazılı olduğu sağ terliği de!
Kız hâlâ uyuyordu, ama üzerinde gecelik vardı. Oğlan bu gecelikten bir parça keserek zembiline attı; tüm bunları genç kıza hiç elini dokundurmadan yaptı. Sonra oradan ayrıldı ve kızı hiç rahatsız etmeden uyumaya bıraktı. Dış kapıya vardığında devler onu beklemekteydi. Oğlanın kızı beraberinde getirdiğini sandılar, ama o içeri girmeleri için seslendi. Kızı kaçırdığını, ama kapıyı açamadığını anlattı. Onlara şuradaki delikten geçip içeri girmelerini söyledi.
Birinci dev o delikten kafasını uzatınca oğlan elini onun saçlarına dolayarak başını içeri çekti ve palasıyla bir vuruşta kafasını uçurdu.
Sonra ikinci deve seslendi, onun da aynı şekilde kafasını kesti. Sonra da üçüncüyü hakladı. Kızı düşmanlarından kurtardığı için çok seviniyordu. Üç devin de dillerini keserek zembiline attı.
"Gidip babama anlatayım neler yaptığımı, ondan sonra da şansımı yine denemek için yola çıkarım!" diye aklından geçirdi.
Kuledeki kral uyanıp ölmüş devleri görünce kızının yatak odasına koşarak onları kimin öldürdüğünü sordu.
"Ne bileyim babacığım, ben uyuyordum!" diye cevap verdi kız. Sonra yataktan kalkıp terliklerini arayınca sağdakinin eksikliğini, boyun atkısına baktığında sağ yanının kesildiğini ve geceliğini gözden geçirdiğinde bir kısmının parçalanmış olduğunu gördü.
Kral bütün saray halkını ve muhafızlarını topladı ve kızını kimin kurtardığını sordu. Derken tek gözlü ve çirkin bir yüzbaşı bunu kendisinin yaptığını söyledi. Kral o zaman adama kızıyla evlenebileceğini söyledi. Ama kızı "Babacığım, onunla evlenmektense dünyanın öbür ucuna giderim; ta ki dermanım kalmayıncaya kadar!" dedi.
Kral ona yüzbaşıyla evlenmeyecekse tüm giysilerini bırakıp köylü elbisesi giymesini ve sarayı terk etmesini söyledi. Sonra da bir çömlekçinin yanına gidip çanak çömlek satmasını emretti.
Kız giysilerini çıkararak köylü kıyafetine büründü ve bir çömlekçinin yanına girerek orada çalışmaya başladı. Adama da gün boyu kazandığı parayı ona vereceğine dair söz verdi.
Kral bir köşeye çekilip mallarını orada sergileyerek satmasını emretti. Sonra da çanak çömleğin üzerinden geçerek hepsini paramparça edecek bir sürü araba gönderdi.
Kız mallarını serer sermez arabalar hepsinin üzerinden geçerek onları paramparça etti. Kız "Ah Tanrım, ben bunları şimdi nasıl ödeyeceğim?" diye ağlamaya başladı. Ama kör yüzbaşıyla evlenmek yerine çanakçının yanına gidip ondan borç çanak çömlek istedi. Adam reddetti ve daha önceki borçlarını ödemesini istedi.
Bunun üzerine kız, babasının yanına vararak bağırıp çağırdı ve alıp başını gideceğini söyledi.
Kral, "Senin için ormanda ufak bir ev yaptıracağım. Hep orada oturacaksın ve her gün pişirdiğin yemekleri insanlara dağıtacaksın, ama karşılığında para almayacaksın!" dedi.
Ev bittiğinde kapısındaki tabelada şöyle yazılıydı: "Bugün bedava, yarın parayla."
Bu, avcının da kulağına geldi. Kendi kendine, "Bu tam bana göre; fakirim, param da yok!" diye söylendi.
Tüfeğini ve içinde vaktiyle saraydan aldığı şeylerin bulunduğu zembilini sırtlayarak ormana gitti. Uç devin kafasını uçuran palayı da kuşanmıştı. "Bugün bedava, yarın parayla" levhasının asılı olduğu ufak evi buldu. Böylece ufak eve girerek biraz yemek istedi.
Güzel kızı görünce de bayağı sevindi, çünkü kız gerçekten çok güzeldi. Oğlana nereden geldiğini ve nereye gideceğini sordu. Oğlan, "Dünyayı dolaşıyorum işte!" diye cevap verdi.
Kız ona palayı nerden bulduğunu sordu, çünkü üzerinde babasının adı yazılıydı. Oğlan da ona "Yoksa sen kralın kızı mısın?" dedi. "Evet" diye cevap verdi kız. Oğlan "Bu palayla üç devin kafasını uçurdum" diyerek kanıt olarak zembilinden çıkardığı zilleri, sonra terliği, boyun atkısını ve geceliğin bir parçasını gösterdi.
Kız çok sevindi ve kendisini kurtaranın o olduğunu anladı. Birlikte kralın yanına vardılar, onu alarak yatak odasına geçtiler. Kız babasına kendisini devlerden kurtaranın bu delikanlı olduğunu söyledi. Kral kanıtları da görünce artık tereddüt etmedi, ama her şeyin nasıl olup bittiğini de bilmek istedi. Sonra da oğlanı damat olarak kabullendi.
Onu yabancı bir soylu kıyafetine soktular. Kral mükemmel bir ziyafet verdi. Sofrada prensesin solunda kör yüzbaşı, sağında da avcı oğlan yer aldı. Yüzbaşı onun yabancı bir misafir olduğunu düşündü.
Neyse, yenildi içildi. Derken kral, yüzbaşıya dönerek bir bilmece sordu: "Biri çıkıp da üç tane dev öldürdüğünü söylese, ona devlerin dillerinin nerede olduğu sorulsa, o da devlere baktıktan sonra onların dilsiz olduğunu iddia etse siz ne dersiniz?"
Yüzbaşı cevap verdi: "Herhalde dilleri yoktu derim."
"Olmaz öyle şey. Her hayvanın dili olur" dedi kral ve yine sordu: "Aksini iddia edene ne yapardınız?"
"Vücudunu kesip dörde bölerdim" dedi yüzbaşı. Ve böylelikle kendi cezasını kendi buldu.
Prenses avcıyla evlendi. Oğlan daha sonra anne ve babasını da yanına aldı. Hep birlikte mutlu yaşadılar. Kralın ölümünden sonra da krallık onlara kaldı.
昔、錠前屋の仕事を習い覚えた若い男がいて、父親に、もう世間に出て運を試してみる、と言いました。「よかろう。わしもそれに賛成だ。」と父親は言って、旅のお金をいくらか渡しました。そこで若い男はあちこち旅をして仕事を探しました。しばらくして男は錠前屋の仕事はもうやめようと決めました。というのはもうその仕事が好きでなくなって猟師になりたかったからです。
男があてもなく歩いていると緑の服を着た猟師と出会いました。猟師は、お前はどこから来たんだ?どこへ行くんだい?と尋ねました。若者は、私は錠前屋の職人なのですが、その仕事はもう面白くないので猟師になりたいのです、私に教えてもらえませんか、と言いました。「ああ、いいとも」と猟師は言いました。「おれと一緒に来るならね。」そこで若者は猟師と一緒に行き、そこで何年か修業をつみ、猟師のわざを習いました。このあと、若者はよそで運を試してみたいと思いました。猟師は一丁の空気銃の他は何も支払ってくれませんでしたが、その銃は撃つと必ず当たるという性質がありました。そこで若者はでかけていき、とても大きな森に着き、一日で森のはずれにたどりつけませんでした。夜になると若者は野のけものを避けるために高い木に登りました。
真夜中近くに、遠くで小さな明かりがちらちらするように思われました。そこで若者は枝の間からそちらを見下ろし、どこにあるかよく覚えておきました。それでも下りたとき目印とするため、最初に帽子をとって明かりの方へ投げておきました。それから木から下り、帽子のところへ行き、またかぶって、まっすぐ進みました。
進めば進むほど明かりは大きくなり、近くへ行ってみると、それはとてつもなく大きな火だとわかりました。三人の巨人がそのそばに座り、串に刺した一頭の牛を焼いていました。まもなく一人が「肉の焼き具合がいいか食ってみよう」と言って、かたまりを引きちぎって口に入れようとしました。とその時、猟師は銃を撃ち、巨人の手から肉を飛ばしました。「おっと、しまった」と巨人は言いました。「風で肉が飛んでしまったわい」それでまたべつの肉をとりました。しかし、それにかみつこうとしたちょうどそのとき、猟師はまた撃って飛ばしました。これでその巨人は隣に座っていた巨人に平手うちを食らわせ、「なんでおれから肉をひったくるんだ?」と怒ってどなりました。「ひったくっていないぞ」ともう一方の巨人は言いました。「狙い撃ちのうまいやつがお前の肉を撃ってとばしたにちがいない。」巨人は別のかたまりをとりましたが、また手に持っていることはできませんでした。というのは猟師が撃ち飛ばしたからです。すると巨人は「口のところから撃ってとばすなんて相当の腕だぞ、そんなやつは仲間なら役にたつんだがな。」と言いました。そうして大声で叫びました。「こっちへ来いよ、鉄砲名人よ、おれたちのそばに来て、火のところに座り、たっぷり食いな。お前に何もしないよ。だが、来ないで力づくで連れて来なきゃいけないんなら、お前の命はないぞ。」
それで若者は巨人たちに近づいていき、私は腕利き猟師だ、私の銃で狙ったものは必ず当てるんだ、と言いました。そこで、巨人たちは、おれたちと一緒に行ってくれれば良くもてなすがな、と言い、森のはずれに大きな湖がある、その後ろに塔が立っていて、塔の中に美しい王女が閉じ込められているんだ、その王女を是非とも連れて来たいんだ、と話しました。「いいとも」と若者は言いました。「すぐに王女をとってやるよ。」それから巨人たちは付け加えて、「だがな、まだほかに問題があるんだ。ちんころがいるんだが、だれかが近くにいくとすぐ吠え出すんだ。それでそいつがほえると王宮のみんなが目を覚ましてしまう。それでおれたちはそこに行けないのさ。そのちんころを撃ち殺すのを引き受けてくれるか?」と言いました。「いいよ」と若者は言いました。「そいつは面白そうだ。」
このあと、若者は舟に乗り、湖をこいで渡りました。陸にあがるとすぐ、小犬が走ってきて吠えようとしました。しかし猟師は空気銃を出し、撃ち殺しました。巨人たちはそれを見ると喜び、もう王様の娘を無事に手に入れたようなもんだぜと思いました。しかし猟師はまずどんな様子か見たいと思い、巨人たちに、呼ぶまで外で待っていてくれ、と言いました。それから城に入っていくと、中はまるでしんとしてみんな眠っていました。最初の部屋の戸を開けると、壁に刀が下がっていて、それは純銀でできており、上に金の星と王様の名前がついていました。またその近くのテーブルに封をされた手紙があったので若者が破って開けると、この刀を持つ者は歯向かう何でも殺せる、と中に書いてありました。そこで猟師は壁から刀をとり、腰に下げて進んでいきました。
それから王様の娘が眠っている部屋に入りました。王女はとても美しかったので若者は立ち止まり、息を飲んで眺めました。若者は心の中で考えました。(けがれない乙女をどうして荒くれ巨人たちのなすままにさせられよう?悪いことを考えているのに?)さらに見回すと、ベッドの下に一足の室内履きがあり、右足には星と父親の名前が、左足には星と王女自身の名がついていました。王女は金の刺繍がされた絹の大きなスカーフをつけていましたが、その右側には父親の名が、左には王女自身の名が金文字でありました。そこで猟師は鋏をとり、右端を切りとって背のうに入れ、また王様の名前が付いている右の室内履きも背のうに投げ込みました。さて乙女はまだ横たわって眠っていて、寝巻にすっかりくるまっていましたが、寝巻も少し切りとって投げ込んで他の物と一緒にしましたが、全て王女に触れないでやりました。それから猟師は出ていき、王女を眠らせたままにしておきました。
門のところに戻ると、巨人たちはまだそこに立ち、王女を連れてくるものと期待しながら猟師を待っていました。しかし、猟師は巨人たちに、入って来てくれ、乙女はもう手のうちにある、あんたたちに門を開けてやることはできないんだが、這って通れる穴があるから、と叫びました。そこで一人目の巨人が近づいたとき、猟師は巨人の髪を自分の手に巻きつけて頭を引き込み、刀を一振りして切り落とし、それから残りの体を引っぱりこみました。二人目の巨人を呼んで同じように頭を切り落とし、それから三人目も殺しました。こうして猟師は美しい乙女を敵の手から自由にしたことを喜びました。それから巨人たちの舌を切りとって背のうに入れました。そうして、猟師は(お父さんのところへ帰ってどんなことをもうやったか知らせて、そのあと、世の中を旅して歩こう。おれはきっと神様が喜んでおれにくださる幸運にあえるさ。)と思いました。
しかし、城の王様が目覚めると、三人の巨人が死んで転がっているのを見ました。そこで娘の寝室に入り娘を起こして、いったい誰が巨人たちを殺したのだろう?と尋ねました。すると王女は、「お父様、私は知りませんわ。眠っていましたもの。」と言いました。しかし、王女が起きあがって室内履きをはこうとしたら、右足がなくなっていました。スカーフを見ると切られて右端がありませんでした。寝巻を見るとこれも少し切りとられていました。王様は城じゅうの宮廷人を、兵士やそこにいる他のものも、みんな呼び出して、誰が娘を自由にし巨人たちを殺したのか、と尋ねました。
さて、王様には片目でひどく醜い大尉がいました。この大尉が、私がやりました、と名乗り出ました。そこで年とった王様は、お前がこれをなしとげたのだから娘と結婚させよう、と言いました。ところが、乙女は、「お父様、あの者と結婚するくらいなら、世間に出ていき、足の続くかぎり歩いていきたいですわ。」と言いました。しかし、王様は、もしお前が大尉と結婚する気がないなら、王家の服を脱ぎ百姓の服を着て出て行け、焼物師のところに行き、瀬戸物の商売を始めるがよい、と言いました。
それで王女は王家の服を脱ぎ、焼物師のところへ行って、店に必要な瀬戸物を借り、夕方までに売ってお支払いします、と約束しました。それで王様は娘に、隅に座って売るがよい、と言っておいて、何人かの百姓には瀬戸物の上を荷車でひいて全部こなごなにこわれるように手配しました。それで王様の娘が通りに店を広げると、荷車が通りかかり、品物を全部小さなかけらだらけにしてしまいました。王女は泣きだして、「ああ、これで焼物のお金をどうやって払ったらいいの?」と言いました。一方王様はこうして王女を無理に大尉と結婚させようと思っていたのでした。しかし、娘はそうしないで、また焼物師のところへ行き、もう一回貸してもらえませんか?と頼みました。焼物師は、「だめだ、もう借りてる分を支払ってくれ。」と言いました。
そこで王女は父親のところに行き、泣いて嘆き悲しみ、「世間に出ていきます。」と言いました。それで王様は「外の森にお前のために小さな小屋を建ててやろう。そこに一生とどまってみんなに料理をしてやるがよい。だが金を受け取ってはならぬぞ。」と言いました。小屋ができあがると、戸に「今日はただ、明日は売ります」という看板が下がっていました。そこに王女は長い間とどまっていました。そして、お金をとらないで食事をだしてくれる娘がそこにいるんだ、入口の外にそう書いてある看板がある、と世間で噂されました。
猟師もそれを聞き、(それはいい、おれは貧しく金が無いからな)と思いました。そこで空気銃と、証拠の印として城から持ってきたものが全部まだ入っている背のうを持ち、森へ入って行き、「今日はただ、明日は売ります」と看板がかかっている小屋を見つけました。
猟師は三人の巨人の頭を切り落とした刀を帯びたまま、小屋に入り、何か食べ物をくれと頼みました。猟師は美しい乙女にうっとりしました。まさに絵に描いたように美しかったのです。娘は、あなたはどこから来てどこへ行くのですか、と尋ねました。猟師は「私は世間を旅しているのです。」と言いました。すると、娘はどこでその刀を手に入れたのですか?私の父の名前が上についているんですが、と尋ねました。猟師は、あなたは王様の娘なんですか?と尋ねました。「はい」と娘は答えました。「この刀で」と猟師は言いました。「私は三人の巨人の頭を切り落としたのだ。」そして証拠に背のうから巨人たちの舌をとり出しました。それから、室内履きやスカーフの隅や寝巻の切れはしも王女に見せました。これで王女は大喜びして、あなたこそ私を救ってくれた人です、と言いました。そうして二人は一緒に年とった王様のところへ行き、小屋へ王様を連れて行きました。そこで娘は王様を部屋に入れ、猟師が本当に巨人から私を救ってくれた人だと話しました。そして王様がその証拠の品々を見ると、もう疑うことはできなくて、出来事がすっかりわかってとてもよかった、猟師がお前を妻にするべきだ、と言いました。それを聞いて乙女は心から喜びました。それで王女は猟師によその国の君主のように服を着させ、王様は祝宴の用意をさせました。
みんながテーブルについたとき、大尉は王様の娘の左側に座りましたが、猟師は右側に座りました。それで大尉は猟師が訪ねてきたよその国の君主だと思っていました。みんなが飲んだり食べたりしてしまったあとで、年とった王様は大尉に、お前に解いてもらいたい謎を出そう、と言いました。「だれかが、三人の巨人を殺したと言ったとする、その巨人の舌はどこにあるか?と聞かれ、その男はしかたなく見に行ったのだが、舌はなかったのだ。いったいどうしてそうなったのかね?」大尉は、「それでは巨人に舌は無かったはずです。」と言いました。「いいや違う。」と王様は言いました。「動物にはみな舌がある。」それから同じように、そのような嘘の答をした者にはどんな罰を与えるべきか、と王様は尋ねました。大尉は、「八つ裂きにされるべきです。」と答えました。すると王様は、お前は自分の判決を言い渡したのだ、と言いました。大尉は牢屋に入れられ、そのあと四つ裂きにされました。一方王様の娘は猟師と結婚しました。そのあと、猟師は父親と母親を呼び寄せ二人は息子と幸せに暮らしました。また、年とった王様が死んだあと、猟師は国を受け継ぎました。